Mülakat mağduru öğretmenler 140 gündür yaşadıkları mağduriyetin giderilmesi için mücadele ediyorlar, seslerini duyurmaya çalışıyorlar; 2024 KPSS sonucuna göre atama bekleyen öğretmenler de aylardır yüksek bir kontenjanın açıklanmasını bekliyorlar, açıklama geciktikçe kaygıları ve kuşkuları artıyor. 2025 yılı bütçesi hazırlanırken yapılacak atamaların dikkate alınmamış olması olası olmadığı için, atama sayısı muhtemelen yaklaşık olarak bellidir. Ancak açıklamanın yapılmaması atama yapılacak sayının az olduğuna ve bundan dolayı açıklamanın yapılmadığına dair kuşkuları artırmaktadır.
Milli Eğitim Bakanının katıldığı bir programda atama sayılarına dönük sorulan bir soruya verdiği “şu anki usulle bir miktar atama yapılacak” yanıtı atama bekleyen öğretmenler arasındaki kaygıyı daha da çok artırmıştır. Üsteli yapılacak atama sayısının “bir miktar” olarak tarif edilmesi, atama bekleyen öğretmenler arasında kırgınlık yaratmıştır, atama sayısı başka bir biçimde ifade edilebilirdi.
Mülakat mağduru öğretmenlerin yargı kararları ile de belirlenen mağduriyetleri yokmuş gibi davranıldığında sorun çözülmüyor, mağduriyet ortadan kalkmıyor. Bu arkadaşların yaşadıkları eşitsizliği kabullenerek sessizce evlerine dönmelerini beklemek sadece mağdur öğretmenleri değil öğretmenlik mesleğini de önemsememek anlamına gelmektedir. Mülakat mağduru öğretmenlerin mücadelesi sadece kişisel sorunlarına çözüm değil aynı zamanda da öğretmenlik mesleğini savunmak anlamına geliyor. Umarız mağdur öğretmenlerin sorunu bu hafta ek atama ile çözülür ve Bayram sonrasında arkadaşlar görevlerine başlarlar.
Eğitim Haktır
Zorunlu eğitimle ilgili tartışmaların bir süredir çeşitli çevrelerce sürdürüldüğü, MEB’in de bu tartışmalara açıktan dahil olmasa da söz konusu tartışmaların sürmesini tercih ettiğini gözlemlemekteyiz. Bazı dernek ve vakıfların 2024 yılı Kasım ayında yaptıkları çalıştay, ardından 8 Şubat tarihinde yapılan çalıştayın sonuç raporunun açıklanması, HÜDA-PAR tarafından zorunlu eğitime karşı yapılan açıklama, Milli Eğitim Bakanının aynı bakış açısıyla düşünce ifade etmesi ve son olarak “Enstitü Sosyal” adı verilen bir kuruluşun “Türkiye’de Lise Eğitiminin Dönüşümü” adlı MEB yöneticilerinin de katıldığı bir çalıştay düzenlemesi, bu konunun önümüzdeki dönemde eğitim gündeminin en önemli tartışma başlıklarından biri olacağına dair işaretler olarak kabul edilebilir.
Zorunlu eğitimin ve buna bağlı olarak lise eğitiminin tartışılması bir eğitim tartışması gibi görülse de aslında bunun çok ötesinde anlamlar taşımaktadır. Zorunlu eğitime karşı çıkanların temel gerekçesi olan; “çocuklarımız iş sahibi olamıyor ve yuva kuramıyorlar” söylemi dahi zorunlu eğitimin yeni bir rejim inşa etmek isteyenlerin önünde nasıl bir engel olarak görüldüğünü açığa çıkarmaktadır.
Zorunlu eğitimin esnetilmesi ve lisenin zorunlu eğitim kapsamından çıkarılmasının çok ciddi sonuçlar üreteceği açıktır. Öncelikle, zaten yaygın olan, ekonomik krizden dolayı daha da yaygınlaşacağı anlaşılan, çocuk işçiliğinin ciddi boyutlara ulaşmasının önünü açacaktır. İtiraz gerekçesinin ikinci başlığı olan “yuva kuramamak” ise çocuk gelinler meselesinin söylemden vakaya dönüşmesine neden olacaktır.
Okulun, çocuğun üstün yararını gözeten en önemli koruma mekanizması olduğu asla unutulmamalıdır; okulu çocuğun yaşamından çıkarmak sadece onu korumasız bırakmak anlamına gelmez, bu durum ayrıca toplumda yaşanan eşitsizliklerin derinleşmesine, ayrıca bu eşitsizliklerin meşrulaşmasına neden olur.
Zorunlu eğitim ve liselerin yapısı ile ilgili tartışmanın Maarif Modelinin uygulamaya konulmasının ardından yapılıyor olması rastlantı değildir. Eğitimle ilgili yapılan tartışmalar veya alınan kararlar ne olursa olsun tamamı çocuğun üstün yararını gözetmek durumundadır. Eğitim haktır ve bir hak ancak eşit ve ulaşılabilir olursa hak olarak kullanılabilir. Eğitim, tüm çocukların eksiksiz, eşit ve ücretsiz yararlanması gereken en temel haktır.
Kim Kimi Nasıl Denetleyecek?
MEB, Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından 3 Mart tarihinde “Öğretmenlerin Sınıf İçi Etkinlikleri ve Öğretim Faaliyetlerinin İzlenmesi, Değerlendirilmesi ve Geliştirilmesine Dair Yönerge” yayınlandı. Söz konusu yönergeye göre öğretmenler artık iç ve dış değerlendirmeye tabi olacak; iç değerlendirme okul müdürü ve zümre başkanları tarafından, dış değerlendirme ise bakanlık ve eğitim müfettişleri tarafından yapılacak.
Yapılacak değerlendirmeler sonucunda öğretmenlere dönük 8 alanda izleme ve değerlendirme raporları düzenlenecek; her değerlendirme alanı için “yeterli, kabul edilebilir ve geliştirilmesi gerek” şeklinde görüş belirtilecek ve bu değerlendirmeler sonucunda “geliştirilmesi gerek” şeklinde rapor düzenlenen alanlarda öğretmenler hizmet içi eğitime alınacak.
Bu yönerge ile ilgili sorunlardan biri, zümre başkanının da okul müdürü ile birlikte kendi zümre arkadaşlarını izleyecek ve değerlendirecek olmasıdır; bu durum okullarda hiyerarşiyi artırarak zümre başkanlığını bir statü haline getirecektir ki aynı işi yapan, aynı haklara ve sorumluluklara sahip öğretmenler arasında statü farkı yaratmak doğru olmayacaktır. Bu durumun iş barışını bozma ve sübjektif değerlendirmeler sonucunda da çeşitli sorunlar üretme olasılığı bulunmaktadır.
Diğer bir sorun ise öğretmenlerin izlenmesi ve değerlendirilmesi konusunun önümüzdeki dönemde okulların temel gündemi haline gelme olasılığıdır. Bu ayrıntılı yönerge ve ekleri, MEB’in bu konuyu gündeme alacağı ve okullardan iç izleme ve değerlendirme yapmasını isteyeceğini göstermektedir. Bu durum, eğitimde yaşanan sorunların temel nedenini öğretmen olarak gören bakış açısının sonucudur ve doğru değildir.
Kuşkusuz öğretmen eğitim alanı için çok önemlidir ancak sadece öğretmen bir eğitim sisteminin iyi veya kötü olmasını belirleyemez. Eğitimi yönetenler, eğitim politikalarını belirleyenler, eğitime ayrılan bütçe ve daha pek çok unsur varken sadece öğretmen tüm sorunların sorumlusu olamaz. “Bir eğitim sistemi ancak öğretmenleri kadar ileridir” gibi bir belirleme ilk bakışta öğretmenlerin değerini artırıyor gibi görünse de tersinden bakıldığında da tüm sorunların nedeni olarak da öğretmeni gören bir bakış açısını yansıtmaktadır ve bu doğru değildir.
Algı Yaratarak Başarı Artmaz
PISA sınavlarında başarının artması MEB yönetimi tarafından uygulanan eğitim politikalarının başarısı olarak kamuoyuna sunuluyor ve eğitimde işlerin iyi gitmekte olduğuna dair bir algının yerleşmesi için kullanılıyor. Bu nedenle de uluslararası sınavlara dönük ayrı bir hazırlığın yapıldığına dair tartışmalar uzunca bir süredir yapılmakta.
Son olarak bir gazetede yayınlanan habere göre PISA 2025 yılında Türkiye’yi temsil edecek 36 ildeki 96 okulu ve okullar da bu sınava girecek öğrencileri belirlediler, hatta bazı okullar belirlenen öğrencilerin resimlerinin de yer aldığı pankartları okulların duvarlarına astılar.
Ön hazırlık yapılmadan ve rastgele belirlenmesi gereken öğrencileri önceden belirleyerek ve sınava dönük öğrencileri hazırlayarak uluslararası sınavlardan yüksek sonuçlar almak eğitimi ileri götürmez, yaşadığımız sorunlara çözüm üretmez. Yapılması gereken, sorunlarla yüzleşmek ve bunlara bilimsel, akılcı ve uygulanabilir çözümler üretmek olmalıdır.
Ödül Amire Bağlı
MEB, 13 Mart tarihinde “MEB Personeline Başarı, Üstün Başarı Belgesi ve Ödül Verilmesine Dair Yönerge”de değişiklik yaparak ödül değerlendirme formunu güncelledi. Yapılan güncelleme ile değerlendirme formunda bulunan maddeler disiplin amirinin öznel görüşüne bağlı olarak doldurulabilecek hale getirildi. Nesnel, belgeye dayalı olmayan maddelere göre yapılacak değerlendirmeler sonucunda çalışanlara başarı ve ödüller verilebilecek. Bu durum, formu doldurana yakın olanın, amirle aynı şekilde düşünenin ödüllendirilmesi sonucunu doğurabilir.
Amirin yetkisine dayalı bir ödüllendirme sistemi iş barışı başta olmak üzere çeşitli sorunlara neden olmaktadır. İktidara muhalif olan sendikaların üyelerinin ödül alamadığı ancak iktidara yakın sendikaların üyelerinin sürekli ödül aldığı bilinen bir gerçektir. Doğrusu, öğretmenleri ayrıştıran “başarı belgesi verme ve ödül” sisteminin tamamen sonlandırılması olacaktır.
Öğretmen Emeği Kaç Lira Eder?
21 Mart tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan bir kararla öğretmenlerin ders ve ek ders ücretlerinin belirlendiği esaslarda değişiklik yapıldı; söz konusu değişiklikle bilim ve sanat merkezleri (BİLSEM) öğrenci seçimleri ön değerlendirme aşamalarının hafta sonlarında yapılması durumunda öğretmen ve yöneticilere günlük 5 saati geçmemek üzere oturum başına bir saat ek ders ücreti ödenmesi düzenlemesi yapıldı.
Bir öğretmene oturum başına bir saat ücret tahakkuk ettirilmesine hangi ölçülere göre karar verildiği bilinmiyor ancak hiçbir koşulda yapılan işin karşılığının bir saat ek ders ücreti olmadığı açıktır. Bu konunun Ağustos dönemi toplu sözleşmelerinde mutlaka pazarlık masasına taşınması gerekiyor.
İçerisinden geçmekte olduğumuz karanlık günlerin bir an önce son bulduğu, güneşli ve güzel günlerde görüşmek dileğiyle.