Özerklik (otonomi), ilk başta siyasal bir terimdir. Bir topluluğun, başka devlet veya grupların dışarıdan müdahalesi olmaksızın, kendi yasalarını kendisinin koyması, ne yapacağına ve ne olacağına kendisinin karar vermesi ve kararları doğrultusunda yaşamasıdır. Bireysel özerklik ise, başkalarının kararlarına ve görüşlerine karşı bireyin bağımsızlığını; kendisiyle ilgili kararları dış otoritelerin değil, bizzat kendisinin almasını ifade eder. Bireysel özerklik, çocukların “iyiliği” adına ve gerektiğinde onlara rağmen onlar hakkında kararlar alma anlayışını ifade eden paternalizme karşıttır. Özerklik anlayışı, bir bireyin kendisi için neyin en iyi olduğunu en iyi kendisinin bileceğini varsayar. Gelenekselleşmiş standartlara körü körüne uyum gösterme yerine en içten inandığı kendi düşünce ve değerlerine göre yaşamayı sahiciliği (otantikliği) de içerir. “Özerklik” yerine eşanlamlısı olarak, “öz-belirlenim” veya “kendi kaderini tayin etme” (self-determination), “kendi kendini yönlendirme” (self-direction) ve “bağımsızlık” terimleri de kullanılır.
Siyasal liberalizm yönetimin meşruiyetini yurttaşların özgür onayında gördüğünden ve kendi iyi yaşam anlayışlarını belirlemeyi kendilerine bıraktığından bireysel özerkliği varsayar ve yönetimin ona saygı duymasını talep eder.
Kant, özerklik idealini bireyler üzerinde ele alarak onu aydınlanma ile özdeşleştirir. “Aydınlanma Nedir?” Sorusuna Yanıt adlı ünlü makalesinde Aydınlanma’yı “insanın kendi suçu [tembelliği ve korkaklığı] yüzünden düşmüş olduğu bir reşit olmama durumundan kurtulması” olarak tanımlar. Reşit olmama durumu da insanın kendi aklını bir başkasının (otorite olarak bilinen kişi veya kurumların) kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamama halidir.
Kendi kararlarını veren, kendi yaşamını yönlendiren, ideallerini ve yaşam planını kendisi belirleyen bireyi yetiştirmek, Aydınlanma’dan itibaren eğitimin de başlıca amaçlarından biri olur. Çocuk-merkezci ilerlemeci eğitim anlayışı, küçük yaşlardan itibaren çocuklara inisiyatif tanıyarak, seçimler yapma imkânı sunarak, disiplin kurallarını gevşeterek erken yaşlardan itibaren çocuğun özerkliğini hem tanır hem de geliştirmek için teşvik eder. Ebeveyn-çocuk ilişkisini ve kurumsal eğitimin her türünü çocukların özgürlüğüne bir baskı olarak gören ve reddeden anti-pedagoji akımı, çocuğa doğal (spontan) bir özerklik atfeder. Özerkliği verilmiş değil, kazanılması gereken bir durum olarak gören liberal eğitim geleneği özerklik kazandırmayı eğitimin bir amacı olarak koyar. Çocuğun özerkliğini korumak veya geliştirmek, okulsuzlaştırma akımlarının temel hareket noktalarından biridir.
Bu yazıda sırasıyla özerkliğin imkânına dair görüşlerden, bu görüşlerden özerk olmama durumundan (yaderklilik, heteronomi) özerkliğe geçiş konusunda makul bir teoriden ve bu süreçte eğitimin yapabileceklerinden bahsedeceğim.
1. Özerklik mümkün müdür?
Özerkliğin ana unsuru, bireyin yaşamına yön veren kararları kendisinin alması, kendisiyle ilgili seçimleri kendisinin yapması ve eylemlerini kendisinin başlatmasıdır. Karar vermekten, seçimler yapmaktan ve eylemleri başlatmaktan sorumlu yeti, irade (ya da isteme) olarak adlandırılan yetidir. İradenin özgürce işleyebilmesi için de, dışarıdan müdahalelerin ve içeriden tensel iştah ve eğilimlerin, tutkuların, bağımlılıkların, fobilerin, takıntıların ve zorlamaların olmaması gerekir. Dolayısıyla, özerkliğin önkoşulu, irade özgürlüğüdür −dış etkilerden bağımsız olarak kendi düşünce ve değerlendirmeleriyle en uygun kararı verebilecek, seçimleri yapabilecek durumda olmasıdır.
Peki irade özgürlüğü mümkün müdür? Birey dış etkilerden bağımsız olarak kendi istediği seçimleri yapabilir, kararları verebilir mi; bunları istediği gibi yapmak elinde midir? Bu soruya olumlu ve olumsuz cevap veren birçok teori vardır. Olumsuz cevap verenlerden biri, kaderciliktir. Buna göre, insan ne yaparsa yapsın, kaderini değiştiremez. İnsanın kaderini belirlemek için bütün uğraşmaları boşunadır. (İrade özgürlüğü olmayan insanların eylemlerinden ve seçimlerinden sorumlu tutulması o insanlara haksızlık olarak görüldüğünden, kader meselesi, tektanrıcı dinleri en çok uğraştıran sorunlardan biri olagelmiştir.)
1.1. Belirlenimcilikle irade özgürlüğü bağdaşmaz
Felsefi literatürde, özellikle modern dönemde, irade özgürlüğü bilimsel belirlenimcilikle (determinizm) ilişkisi içinde tartışılmıştır. Bazı filozoflar ikisinin bağdaşmayacağını savunurken, bazıları bağdaşabileceğini ileri sürmüştür.
Belirlenimcilik doğrudur, irade özgürlüğü derin bir yanılsamadır.
Bilimsel belirlenimcilik, evrende olup biten her şeyin, kendinden önceki koşulların ve doğa yasalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığını savunur. Örneğin bir metal ısıtıldığında, doğa yasaları gereği zorunlu olarak genleşir. Başka bir seçenek yoktur. Samuel Johnson, “bütün teoriler irade özgürlüğünün aleyhindedir, bütün yaşantılar da lehindedir” demiş. Belirlenimcilikle irade özgürlüğünün bağdaşmadığını savunan bilimsel belirlenimciler ‘teoriler’in dediğine inanırlar. Onlara göre, doğada geçerli olan belirlenimcilik, insanların düşünceleri ve eylemleri için de geçerlidir. Bir insanın belli bir andaki ve durumdaki isteklerinin, davranışlarının veya seçimlerinin şöyle veya böyle olması, kabaca söylersek, daha önce maruz kaldığı çevresel koşulların (aldığı eğitimin, içinde yaşadığı sosyal ve fiziksel çevrenin…), genetik donanımının ve içinde bulunduğu durumun özelliklerinin bir sonucudur. Önceki koşullar ona neyi yaptırıyorsa onu yapmak dışında bireyin başka bir seçeneği yoktur. Davrandığı gibi davranması, olduğu gibi bir insan olması zorunludur. Onun keyfine, iradesine kalmış bir şey yoktur. İnsanların geçmişte davrandığından farklı biçimde davranabileceklerine inanmaları, ‘yaşantılar’, bir yanılsamadır.
İrade özgürlüğü gerçektir, belirlenimcilik yoktur
Belirlenimcilik ile irade özgürlüğünün bağdaşmaz olduğunu savunan libertaryanlar (bunlar siyasal libertaryanlardan farklıdır), geçmiş olaylar ve doğa yasaları ne olursa olsa olsun, bireyin belirli bir anda, o anda davrandığından farklı biçimde davranabilme imkânının varlığını alırlar. Belirlenimcilik, tek bir gelecek sunduğundan, bu imkânı sunmaz; dolayısıyla irade özgürlüğü ile bağdaşmaz. Libertaryanlar, irade özgürlüğünün varlığını gündelik yaşantılarımıza dayanarak savunurlar. Çünkü biz eylem alternatifleri arasında seçim yapmak için düşünüp taşınırken davrandığımızdan farklı biçimde davranmakta kendimizi özgür hissederiz. Eylemlerimizin sonucu istediğimiz gibi olmazsa, yaptığımız seçimden pişman oluruz, “keşke öyle değil de böyle yapmasaydım” deriz, yani davrandığımızdan farklı biçimde davranabileceğimize dair güçlü bir inanç taşımamıza neden olur. Bu inanç, bir yanılsama değildir. Dolayısıyla belirlenimcilik yanlıştır ya da en azından insanlar için geçerli değildir. İnsanlar diğer canlılardan farklıdır. Onlar önceki nedenler zincirinden ve doğa yasalarından bağımsız olarak, kendi eylemlerinin nedeni olabilirler, olayları kendileri başlatabilirler.
1.2. Belirlenimcilikle ‘özgürlük’ çatışmaz
Bağdaşırcılara göre belirlenimcilik ile irade özgürlüğü birbirini dışlamaz: Hem belirlendiğimiz doğrudur hem de özgür olduğumuz. Fakat bağdaşırcılığın bir versiyonu özgürlüğü farklı biçimde anlar. Bağdaşırcıları, klasik ve hiyerarşik bağdaşırcılar olmak üzere ikiye ayıracağız.
Belirlenmiş olsak da, özgür olabiliriz
Schopenhauer’e atfedilen “İnsan istediğini yapabilir, fakat istediğini isteyemez” özdeyişi klasik bağdaşırcılığın iyi bir özetidir. Onlara göre eğer bir insanın bir eylemini onun kendi inançları, arzuları veya niyetleri belirlemişse, onun o eylemi özgürdür. Burada “kendi” belirlenmiş kendidir. Onun inançlarının, arzularının, niyetlerinin hormonları veya bir aşılayıcı tarafından belirlenmiş olması, ona tutkularının hâkim olması bu özgürlüğü ortadan kaldırmaz. Dediğimiz gibi, bu bakış açısından bakıldığında, bir insan koşullamaya, hipnoza, aşılamaya, tutkularının peşinden sürüklenmesine rağmen özgür sayılabilir. Çünkü eylemi ‘kendisi’ tarafından belirlenmiştir.
Bu tanıma göre, B.F. Skinner’ın Walden İki adlı eserinde betimlenen ve istemeleri koşullama yoluyla şekillendirilmiş bireyleri tamamen özgürdür.
Mesela, Türkiye’de davranışçı psikolojinin en önde gelen savunucusu olarak bilinen Skinner’ın Türkçeye de çevrilmiş olan bir ütopya olarak yazdığı (yazar onu ütopya olarak yazmıştır, fakat aşağıda belirteceğimiz sebeplerle ona distopya diyenler de vardır) Walden İki’de, kendisinin geliştirdiği davranış teknolojisine göre tasarlanmış deneysel bir komünü anlatır. Walden İki’de bilim, resim, sanat, müzik, edebiyat, refah, dinlenme, yeteneklerin geliştirilmesi için gerekli boş zaman gibi iyi olan her şey vardır. Kumar, uyuşturucu vb. kötü alışkanlıklar yoktur. İnsanların becerileri ve kapasiteleri en son sınırına kadar geliştirilmiştir. Walden İki’de, kreşe giden çocuklardan yetişkinlere kadar insanların psikolojik şemaları, seçimleri ve arzuları akıllıca seçilmiş ve ustaca düzenlenmiş pozitif pekiştireçlerle biçimlendirilmiştir. Nefrete ve özgürlüksüzlük hissine yol açacağı şekillendirmede cezaya başvurulmaz. Planlayıcı Frazier’in istediği gibi davranmak insanlarda eğilim haline getirilmiştir. İnsanlar tam da Frazier’in istediği gibi davrandıkları ve kuralları ihlal etmedikleri için, cezalandırmaya ve zorlamaya; cezalandırmaya gerek olmadığı için mahkeme, polis, hapishane gibi baskıcı devlet aygıtlarına gerek yoktur. Özgürlük sorunu ancak insanlar fiziksel ve psikolojik olarak kısıtlandığında ortaya çıkar, fakat Walden İki’de böyle bir kısıtlama olmadığı için bir özgürlük sorunu da ortaya çıkmaz. Sözlüklerinde de “özgürlük” sözcüğü yoktur. Frazier’in sözleriyle “Walden İki dünyada en özgür yerdir.”
Klasik bağdaşırcılık açısından bakıldığında gerçekten de dünyada en özgür yerdir. Fakat özerklik tanımımız açısından bakıldığında, Walden İki’deki insanlar özerk değildir. Çünkü iradeleri özgür değildir. Orada yaşayanlar isteklerinin kendi istekleri olduğuna inansalar da, bu istekler gerçekte onlara dışarıdan sistemli bir şekilde empoze edilmiştir. Onların iradeleri Frazier tarafından kasıtlı ve planlı biçimde planlanmıştır. Onlara yön veren kendi istekleri değil, Frazier’in onlara istettiği isteklerdir, Frazier’in istekleridir. İrade özgürlüğünü savunanlar için Walden İki’yi distopyaya dönüştüren şey de, bireylerin kendi isteklerini oluşturamaması ve özgür seçimler yapamamasıdır.
Belirlenmiş olmaktan özgürlüğe geçebiliriz
Filozoflar özerklikten, özgürlükten söz ederken genellikle yetişkin insanları göz önünde bulundururlar. İnsanların sanki dünyaya yetişkin bireyler olarak geldiklerini varsayarlar. Oysa yeni doğan bir bebek ne özgürdür ne de özerktir; çünkü henüz kendi kararlarını veremez ve seçimlerini yapamaz. Doğduğunda hiçbir şey bilmez. Dili, dini, bilgi ve becerileri, iyiyi kötüyü, ahlaklılığı ve görgüyü içine doğdukları anne-babalarından, büyüklerden öğrenir. Çocukta kültür adına ne varsa, hepsi dışarıdan verilmiştir. Hiçbir şey kendinin değildir. Tam anlamıyla yaderk (dışarıdan yönlendirilen, başkalarına bağımlı) bir varlıktır. Hayata yaderk olarak başlayan insanlar özerkliğe geçebilirler mi? Geçerlerse nasıl geçebilirler?
Harry Frankfurt, “Freedom of the Will and the Concept of a Person” (Journal of Philosophy, volume 68, no: 1, January 1971) başlıklı makalesinde geçebilirler, diyor ve nasıl geçebileceklerini anlatıyor. Onun görüşlerine benzer görüşlere hiyerarşik bağdaşırcılık deniyor. Bana göre, yaderklilikten özerkliğe geçişi açıklayışı makul.
Frankfurt bir gün çalışma ofisinde otururken, aklına yukarıdaki özdeyiş gelmiş. Bunun yanlış olduğunu düşünmüş. İnsan bazı durumlarda istediğini yapamayabilir, fakat istediğini isteyebilir; bazı durumlarda istediğin şey, istemek istediğin şeydir, bazı durumlarda da istediğin şey, istememeyi istediğin şeydir, demiş. Bu düşüncelerini yukarıdaki makalesinde geliştirmiş.
Frankfurt’a göre belirlenmiş olmak, irade özgürlüğüyle bağdaşmaz. Fakat belirlenmiş olsak da irade özgürlüğünü elde edebiliriz. Frankfurt insanları harekete geçiren istek ve arzuları hiyerarşik bir sıraya koyar. İnsanların üzerinde düşünmeden tatmin etmek için harekete geçtikleri isteklere birinci-düzey istekler (first-order desire) der. (Nikotin bağımlılığı olan birinin nikotin düzeyi düşünce hemen sigara içmesi gibi.) Çocukların isteklerinin bu düzeyden istekler olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu türden istekler ve onları gerçekleştirmek için giriştiği eylemler, birçok hayvanda da vardır. İnsanlar ise, diğer varlıklardan farklı olarak, kendi birinci-düzey istekleri üzerinde refleksiyonda bulunabilirler, yani onlar üzerinde mesafeli olarak eleştirel bir biçimde dikkatlice düşünüp değerlendirebilirler. Bu süreç sonunda sahip olduğu isteklere sahip olmamayı, o isteklerle harekete geçirilmemiş olmayı isteyebilirler. Çatışan istekleri üzerinde düşünüp birinden vazgeçebilirler veya birine öncelik verebilirler. Örneğin, sigara bağımlısı, birinci-düzey isteğini (sigara içme isteğini) kendi sağlığına ve yaşam düzenine etkileri açısından iyice değerlendirip sigara içmemesi gerektiğine karar verebilir ve o kararın gereğini yapmak için ikinci-düzey bir irade (volution) oluşturabilir. Frankfurt’a göre bu ikinci-düzey istek, bireyin bilinçli bir biçimde oluşturmadığı birinci-düzey istekten farklı olarak, düşünerek, ölçüp tartarak “kendisi”nin oluşturduğu, kendisinin özdeşleştiği, yürekten benimsediği bir istektir. Frankfurt’a göre, bir refleksiyon süreci sonunda alınan böyle kararlarla, birinci-düzey istekler yerine kendilerinin oluşturdukları ikinci-düzey isteklere sahip olurlar ve artık onları o istekler harekete geçirir. Böylece edilgen bir biçimde dışarıdan belirlenmişlikten (yaderklilikten) kurtulup, özerk ve kendilerine yön veren birer fail olurlar. Birer kişi haline gelirler. (Elbette, geçmişte edilgen bir biçimde dışarıdan aldıkları istekleri de reflektif bir inceleyemeye tabi tuttuktan sonra onları onaylayabilirler ve böylece birinci düzey isteklerini ikinci-düzey istekler statüsüne yükseltebilirler.)
Frankfurt’un istek ve arzular için söylediklerini düşüncelere, inançlara, dünya görüşlerine değerlere, amaçlara da genişletebiliriz. Birey, bunlar üzerinde de düşünerek onları revize edebilir veya yerlerine yenilerini koyabilir. Frankfurt’a göre birey, ikinci düzey-istekleri, düşünceleri, değerleri artık kendisi seçmiştir, amaçlarını kendisi belirlemiştir, istek ve eylemlerinin kaynağı ve belirleyicisi kendisi olmuştur, kısaca özerk olmuştur.
Frankfurt’un bu görüşlerine itiraz edilebilir. Mesela, refleksiyon da deneyim, eğitim, gözlem gibi çevresel koşullara bağlıdır, refleksiyon da nedenlenmiştir. Frankfurt bunun imkansız olmadığını, bu durumda bir insanın özgür iradeye sahip olmasının nedensel olarak belirlenmiş olabileceği düşüncesinin de bir çelişki olmayacağını söyleyebilir, der. İkinci olarak, istekler hiyerarşisi daha ileri, üçüncü, dördüncü… düzeylere kadar götürülebilir. Bu da sonsuz ileri gidişe yol açar. Bu itiraz da haklıdır. Fakat üzerinde düşünülmüş taşınılmış tercihlerin, eleştirel süzgeçten geçmiş inançların ve yapılan seçimlerin daha isabetli ve doğru olduğu da gerçektir.
2. Özerklik Eğitimi
Özerkleşme konusunda eğitim ne yapabilir? Gördüğümüz gibi, özerkleşme bireyin kendi isteklerini, inançlarını, duygularını, değerlerini, normlarını, dünya görüşünü ve iyi yaşam anlayışını keşfetmesini ve onları objektif biçimde inceleyip değerlendirebilmesini, kendisinin olan ikinci-düzey alternatiflerini geliştirebilmesini ve alternatifler arasında bilinçli ve içtenlikle benimseyebileceği seçimler yapabilmesini gerektirir. Bu konularda ona en çok yardımcı olacak bilgi dalları, konusu insan olan bilgi dallarıdır. Kültürleri ve yaşam biçimlerini, toplumsal yapıyı ve toplumun birey üzerindeki etkisini tanıyabilmesi için sosyoloji, sosyal psikoloji, antropoloji, siyasal ve toplumsal tarih; kendini ve insanları harekete geçiren güdüleri ve psikolojik dünyasını tanıması için psikoloji; gerçek veya kurmaca kahramanların iç dünyasını tanıyabilmesi için edebiyat ve sanat; kendisi de bilginin, bilimin, dinin, değerlerin, ahlakın, iyi yaşamın ne olduğuna dair reflektif bir düşünüş olan felsefe en çok yardımcı olacak bilgi dallarıdır.
Bilgi yanında beceriler de gerekir. Dikkatli iç gözlem becerisi, eleştirel düşünme, alternatifleri görme, doğru veriler ışığında makul seçimler yapma, kararlarının ve eylemlerinin sonuçlarını ölçüp tartma becerileri, gerektiğinde eğilimlerini kontrol etme, yeni görüşlere açık olma, cesaret ve kendine güven gibi karakter özelliklerinin geliştirilmesi büyük önem taşır. Öğrencinin bilgilenmesi sağlanırken, bu becerilerin ve karakter özelliklerinin geliştirilmesine katkı yapacak yöntem ve uygulamalar kullanılmalıdır.
Daha önceki yazımda, aşılamadan ve aşılamada kullanılan yöntemlerden, küçük yaşlarda başarılı bir aşılama sürecine maruz kalmış öğrencilerin yaderklilikten özerkliğe geçmelerinin son derece zor olduğunu yazmıştım. Bu noktayı tekrar vurgulayarak yazımı sonlandırmak istiyorum. Aşılamada kullanılan bazı yöntemler bireyin kendisine aşılanan görüşleri reflektif ve eleştirel bir biçimde değerlendirmesinin önüne neredeyse aşılması imkansız bariyerler koyar. Tek taraflı bilgilendirme, karşıt argümanları ya hiç sunmamak ya da çarpıtarak aktarmak, karşıt görüşler ve onları benimseyenler hakkında önyargılar telkin etmek, dünyevi ve uhrevi cezalarla korkutmak bu yöntemler arasındadır. Dolayısıyla, bu yöntemlerden kesinlikle kaçınılmalıdır.