İstanbul Büyükşehir Belediyesine dönük operasyon ve bu kapsamda Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan ve ardından tutuklanması ile devam eden süreç tüm ülkede yaygın şekilde protesto edildi, milyonlarca insan sokaklarda yargı eli ile yapılanlara karşı seslerini yükseltti. İnsanların sokaklarda seslerini duyurmaya çalıştığı bu dönemin en önemli ve belirleyici toplumsal kesimi ise kuşkusuz üniversite öğrencileri oldu. İstanbul Üniversitesi’nde başlayan, ODTÜ ile devam eden öğrenci hareketleri vakıf üniversitelerini de içerisine alarak genişledi ve kitleselleşti.
Üniversite öğrencilerinin 24 Mart haftasında başlattıkları boykota akademisyenlerin de destek vermek istemesi üzerine Eğitim Sen 25 Mart Salı günü üniversitelerde çalışan bilim emekçilerinin katılacağı bir günlük hizmet üretmeme kararı aldı. Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararla ilgili “suç işlemeye alenen teşvik etme suçunun” işlendiği iddiası ile re’sen soruşturma başlattı. Savcılıktan yapılan açıklamanın dikkat çeken bölümü ise “ülkemizde yaşanan toplumsal olayları kışkırtmaya yönelik kanuni grev şartları gerçekleşmeksizin çağrıda bulunulması” şeklinde yapılan suç tanımlamasıydı.
Savcılık iddiasında söz edilen “kanuni grev şartları” emekçilerin mücadele ederek, bedel ödeyerek, emek harcayarak elde ettikleri grev hakkını yok saymakta, kanuni grev ve kanuni olmayan grev ayrımı yaparak bir hakkı ve bu hakkın kullanımını tartışmalı hale getirmektedir. Kamu emekçilerinin grev hakkı Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış bir haktır; bu kadar açık şekilde yasal koruma altına alınmış olan grev hakkının kamu yöneticileri tarafından yok sayılmasını, kullanımının sınırlandırılmasını kabul etmemiz mümkün değildir.
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu üyeleri bu kararı aldıkları gerekçesi ile savcılığa ifade verdiler ve nöbetçi hakimlikçe haklarında “iki hafta konutu terk etmeme ardından da adli kontrol” şartı getirildi. Eğitim Sen MYK üyeleri aldıkları kararı savunarak grev hakkının yasaklanamayacağını ifade ettiler. Eğitim Sen MYK üyeleri ile dayanışma içerisinde olarak sendikal hakların kullanılmasının engellenmeye çalışılmasına birlikte karşı çıkmak gerekiyor. Önümüzdeki dönem, uzun yıllar boyunca mücadele ederek, bedel ödeyerek elde ettiğimiz sendikal haklarımızı ve özgürlüklerimizi korumak için mücadeleyi yükselteceğimiz bir dönem olacak.
Mülakat Mağdurları Haklı, Çözülsün Artık Bu Sorun
Mülakat mağduru öğretmenlerin yaşadıkları sorunları ve haklarını elde etmek için yaptıkları mücadeleyi neredeyse her hafta yazıyoruz ve sorun çözülene dek yazmaya da devam edeceğiz. Milli Eğitim Bakanı, Bursa’da kendisine bu konu ile ilgili yöneltilen bir soruya “Mülakatta bana haksızlık yapıldı. O yüzden mağdur oldum, diyen arkadaşlarımızın tamamını hakkını aramaya davet ediyorum. Hukuksuzluk yapıldıysa, bir hak yendiyse eğer ben de gereğini yapmaya açığım” diye yanıt verdi.
Milli Eğitim Bakanı, mülakat mağdurlarını hak aramaya davet ediyor ancak mağdur arkadaşlar 147 gündür zaten haklarını arıyor ve seslerini duyurmaya çalışıyor. MEB yöneticilerinin, mağdur öğretmenleri görmek için uzağa değil pencereden dışarıya bakması yeterli. Üstelik arkadaşların bazılarının yaşadığı mağduriyet yargı kararları ile de belirlenmiş oldu. MEB’in artık daha fazla beklemeden bu sorunu ek atama ile çözmesi ve mağdur öğretmenleri bayramdan sonra okulları ve öğrencileri ile buluşturması gerekir.
Eğitim Yöneticiliği Meslek Değildir
MEB, 27 Mart tarihinde “Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme ve Görevlendirme Yönetmeliğinin“ EK-1 VE Ek-2 formlarında değişiklik yaptı. Yapılan değişiklikle öğretmenlerin kendi alanları dışında da yaptıkları tezsiz ve tezli yüksek lisans ile doktora programlarına da puan verilmesi sağlanmış oldu. Yöneticilerin yeniden görevlendirme sürecinin devam ettiği bir dönemde yapılan bu değişikliğin görevlendirmeleri de etkileyeceği açıktır.
27 Mart tarihli değişiklik eğitim yöneticiliğinin meslek olması gerektiğini düşünen bir bakış açısı ile yapılmış ve alan dışı programlara da puan verilmesi ile öğretmenlik alanlarına kaynaklık teşkil eden programların değerini azaltmıştır.
Eğitim yöneticiliğine ayrı bir kadro verilmesi ve eğitim yöneticiliğinin bir meslek olarak kabul edilmesi tartışmaları uzun süredir devam etmektedir; yöneticiliğe statü vermek MEB tarafından uzun süredir tartışılsa da bunun olası olmadığı açıktır. Eğitim yöneticiliği öğretmenlerin ikincil görevidir ve eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu anlamıyla da teknik bir görev değil bizatihi pedagojik esaslara göre sürdürülmesi gereken bir iştir.
MEB’den Özel Okullara Takip
MEB, illere gönderdiği yazı ile özel okulların velilerden talep ettikleri yemek, kıyafet, kırtasiye gibi ilave ödemelerin okulların resmi banka hesaplarından yapılması ve velilerin üçüncü kişilerle ücret konusunda muhatap olmaması gerektiğini hatırlattı. Okullarda MEB tarafından belirlenen ders kitaplarının kullanımının zorunlu olduğu, isteğe bağlı olmak kaydıyla ilave kitapların alınabileceği ancak bunların da ücretlerinin ilan edilmesi gerektiği ilgili yazıda belirtildi.
Özel okulların varlık nedenini ve sebep oldukları eşitsizlikleri dikkate almadan sadece denetimlerle bu kurumların velilerden aldıkları ücretler kontrol altına alınıyormuş algısı yaratmak yeterli değildir ve bu hiçbir sorunu çözmez. Son dönemde yaşanan gelişmeler ve uygulanan eğitim politikaları özel okulların sayısının artmasına neden olmaktadır. MEB, tüm öğrencilere eşit, ücretsiz, nitelikli kamusal eğitim hizmeti vermekle sorumludur, öncelikli görev özel okullara olan gereksinimi ortadan kaldırmak olmalıdır.
Sermaye İle Protokollere Devam
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin geride bıraktığımız hafta Bursa Sanayi ve Ticaret Borsasını ziyaret ederek “ Sektör Buluşması ve Protokol İmza Törenine” katıldı. Milli Eğitim Bakanı, muhalefetin kendisini çocuk işçiliği konusunda eleştirdiğini, sanayi ve ticaret odalarının da bunları alkışladığını söyledi ve muhalefetin davranacağı gibi davranılırsa okulların kapısının bu kurumlara kapatılacağını ifade etti.
Söz konusu ifadeler ve konuşmanın tamamı dikkate alındığında iş dünyasına destek verildiği, öğrencilerin giderlerinin kamu tarafından karşılandığı, sermaye kesiminin de bu desteğe uygun davranması gerektiğinden söz ediliyor. MEB, öğrencilerin ucuz işgücü olması için değil, geleceğe hazırlanmaları için eğitim almalarından sorumlu kurumdur. Bu nedenle çocukları piyasanın insafına bırakmak yerine, onların çağın gerektiği şekilde yetiştirilmelerini sağlamak durumundadır.
Neden LGS Başvurusu Var?
MEB’in yaptığı açıklama ile LGS kapsamındaki merkezi sınav başvuru süresi 16 Nisan tarihine kadar uzatıldı. LGS kapsamında yapılan merkezi sınav sonucuna göre öğrenci alan okul sayısının ve kontenjanların azaltılması öğrencilerin gelecekleri ile ilgili yaşadıkları umutsuzluğu artırmakta ve lise öğrencilerinin açık lise, MESEM gibi kurumlara yönelmesine ya da okulu bırakmalarına ve bunun sonucu olarak da örgün eğitimden kopmalarına neden olmaktadır.
MEB’in görevi tüm öğrencileri örgün eğitimin içinde tutmak ve eğitim hakkından tam ve eksiksiz yararlanmalarını sağlamak olmalıdır. LGS sistemine geçilmesinden bu yana lise eğitiminin dolaylı şekilde tasfiye edildiği bir süreç yaşanıyor. LGS kapsamındaki merkezi sınava sadece başvuran öğrencilerin girmesi de başarılı olamayacağını düşünen öğrencilerin sınava girmemesine neden olmaktadır. Oysa lise eğitimi de aynı ilk ve ortaokul gibi zorunlu eğitimin parçasıdır. Bu nedenle de merkezi sınava başvuru yapılması zorunlu eğitimde kademelerin devamlılığı açısından doğru değildir.
Sınav üzerine inşa edilen eğitim sistemi eşitsizlik üretmekte, eşitsizlikleri meşrulaştırmakta ve kamusal bir hizmet olan eğitimi piyasalaştırmaktadır. Öğrencilerin kamusal eğitim hakkını tam ve eşit kullanabilmesi için eğitimi sınava göre şekillendirmeye son vermek gerekiyor. Sınavsız bir eğitim mümkün.
Güzel günlerde görüşmek dileğiyle, iyi bayramlar…