Çeviri: Songül Büyükköse ve Ali İhsan Özdemir
Okullar başarısız oluyorsa bunun nedeni, mali kaynaklarının kesilmesi, okulların özelleştirilmesi, okulların test merkezlerine dönüştürülmesi ve gerici eğitim uygulamalarına terk edilmesidir.
1970’lerden bu yana, neoliberalizm adı verilen yağmacı kapitalizm, refah devletine, kamusal alana ve kamu yararına karşı savaş açmış durumdadır. Bu yönetim tarzı, piyasanın ekonomiyi ve toplumun tüm yönlerini yönetmesi gerektiğini savunur. Zenginliği finansal seçkinlerin elinde toplar ve engellenmemiş kişisel çıkarı, kontrolsüz bireyciliği, kuralsızlaştırmayı ve özelleştirmeyi toplumun yönetim ilkeleri olarak yüceltir.
Neo-liberal düzende her şey satılıktır; vatandaş olmak demek tüketici olmak demektir. Ekonomik faaliyetlerin toplumsal maliyetlerden uzaklaştığı, ırksal temizlik, militarizm ve inanılmaz düzeyde eşitsizlik üreten politikaların günlük yaşamın tanımlayıcı özellikleri haline geldiği bir çağda yaşıyoruz.
Bu salgın, politik, ekonomik ve pedagojik terörizm salgınıdır. 2020-2023 yılları arasında Covid-19 salgını piyasa odaklı toplumsal düzenin eksikliklerini gözler önüne sererek sağlık hizmeti, gıdaya erişim, insana yakışır çalışma koşulları, adil ücretler ve kaliteli eğitim gibi temel insan ihtiyaçlarının hiçe sayıldığının altını çizmiş oldu. Neo-liberalizm devleti piyasa düşmanı olarak görür, toplumu aileler ve bireylerden ibaret görür, hazcılığı benimser ve kamu yararı fikrinin kendisine meydan okur.
Pandemi, neoliberalizmin ölüm üreten sistemli eşitsizlik, kuralsızlaştırma, canilik kültürü, ve çevreye karşı hızla artan tehlikeli saldırı mekanizmalarını bütün çirkinliğiyle açığa çıkardı. Pandemi aynı zamanda anti-entelektüel bir kültürü ve baskıcı bir pedagojiyi de görünür kılarak bireylere eleştirel düşünme, düşünceli diyaloglar kurma, tarihten ders çıkarma ve yönetilmek yerine yönetmeyi öğretmeyi amaçlayan bir eğitimi, yani eleştirel eğitim kavramını küçümsedi.
Dünya genelinde ise, öğrencilerin Filistin’in özgürlüğü ve devletleşmesi için mücadele ettiği, tarihin doğru tarafında cesurca konumlandığı bir başka kriz yaşanıyor. Lakin, onların barışçıl gösterileri genelde silahlı polis memurları tarafından gaddar baskılarla karşılaşıyor, bu da devlet şiddetinin acı gerçekliğini ve yükselen faşizmin hayaletini ortaya koyuyor.
Bağımsız medya, okullar, yasama sistemi, sağlık sistemleri, belli başlı finansal kurumlar ve yüksek eğitim gibi demokratik kurumlar giderek daha büyük bir kuşatma altında kalıyorlar. Faşizmi hortlatanların bir kez daha harekete geçmesiyle demokrasinin vaadi, hatta idealleri, gerilemek zorunda kalarak dili, değerleri, toplumsal cesareti, vizyonu ve eleştirel bilinci altüst ediyor.
Nefret girişimcilerinin işçileri, yoksulları, azınlıkları, mültecileri, göçmenleri ve elden çıkarılabilir olarak görülen tüm ötekileri hedef almasıyla eğitim giderek bir tahakküm aracı haline geliyor. İçinde bulunduğumuz an, kurtuluş ve otoriterlik yapılarının, ya düşünülemez bir kabus ya da gerçekleştirilebilir bir rüya gibi görünen bir geleceği şekillendirmek için yarıştığı tarihi bir kavşakta durmaktadır.
Eğitimi siyasetin merkezi yapmak için şu andan daha acil bir an düşünmek zor. Söz konusu olan, eğitimin hem ahlaki bir zorunluluk hem de tüm insanların özgürleşmesi hedefine dayanan politik bir proje olarak görülmesidir.
İnsan iradesini teşvik eden, insanların yalnızca eleştirel düşünürler değil, aynı zamanda aktif toplumsal aktörler olmalarını sağlayan eleştirel pedagoji aşırı sağ ve faşistlerin saldırısı altındadır. Eleştirel, hayal gücümüzü genişletecek ve tarihsel duyarlılıklarımızı artıracak bir politika geliştireceksek, eğitimcilerin ve diğerlerinin eleştirel pedagojinin merkezi rolünü tanıması hayati önem taşımaktadır.
Bu yaklaşım, bilgili, bilinçli, eleştirel olmaya özen gösteren ve güç sahibini sorumlu tutmaya cesareti olan vatandaşlar yaratmak için şarttır. Bu pedagojik proje, Paulo Freire’nin mirasından yararlanarak, demokrasinin, bilgili ve aktif katılım sağlayan vatandaşlar olmadan var olamayacağını kabul eder.
Bu, öğrencileri kendilerinden başkalarını önemsemeye teşvik eden, tarihsel hafızayı benimseyen, tahakküm yapılarını ortadan kaldırmaya çalışan ve öğrencilerin tarihin, politikanın ve gücün nesnesi olmaktan ziyade öznesi olmalarını sağlayan pedagojik bir uygulamadır. Eğer eğitimciler öğrencilerin eleştirel, imgelemsel ve tarihsel duyarlılıklarını uyandırabilecek bir politika geliştireceklerse, eğitimi bireysel ve kolektif güçlendirme projesi olarak ele almaları hayati önem taşımaktadır; hakikat arayışına, toplumsal hayal gücünün genişletilmesine ve özgürlüğün uygulanmasına dayanan bir proje.
Akla hayale sığmaz olanın o kadar normalleştiği bir zamanda yaşıyoruz ki, her şey söylenebilirken, asıl önemli olanlar söylenemiyor. Üstelik hakikatin bu şekilde değersizleştirilmesi ve dilin boşaltılması, iyiyi kötüden, adaleti adaletsizlikten ayırmayı daha da zorlaştırıyor. Bu şartlar altında demokratik toplumlar, zulmün, devlet şiddetinin ve hedefli dışlamaların siyasi ve ırkçı mekanizmalarına meydan okuyan bir dili ve etik bir dilbilgisini hızla kaybediyorlar (Winderson 2012: 1-32).
Günümüzün siyasal hareketinin merkezinde eleştiri ve olasılık dilinin geliştirilmesi yer alıyor. Böyle bir dil, ABD, Brezilya, Arjantin, Macaristan ve sağcı popülist hareketlerin ve neo-Nazi partilerin yükselişiyle boğuşan diğer birçok ülkenin başına bela olan zalim faşist kabusları ifşa etmek, onlara direnmek ve onları yenmek için gereklidir.
Toplumsal izolasyonun, bilgi bombardımanının, anlık kültürün, tüketici bolluğunun ve gösterişe dayalı şiddetin damga vurduğu bir çağda, demokrasinin, yurttaşlık bilincine sahip ve eleştirel bir tutum sergileyen yurttaşlar olmadan varlığını sürdüremeyeceği veya korunamayacağı fikrini ciddiye almak her zamankinden daha önemlidir.
Hem sembolik hem de kurumsal biçimleriyle eleştirel pedagoji, tarihin yanlış yorumlanması, ırkçılık, dinsel tutuculuk, artan militarizm ve aşırı milliyetçiliğin yeniden canlanmasına karşı mücadelede hayati bir rol oynar. Dahası, dünya çapında faşistler geçmişin zehirli ırkçı ve aşırı milliyetçi imgelerini yayarken, eğitimi bir tarihsel bilinç ve ahlaki tanıklık biçimi olarak geri kazanmak esastır. Bu durum, özellikle tarihsel ve toplumsal hafıza kaybının, toplumsal kültürün temellerini sarstığı, buna paralel olarak kamusal alanın erilleşmesinin ve cehaletin, korkunun, muhalefetin bastırılmasının ve nefret üzerine kurulu faşist politikanın giderek normalleştiği bir zamanda daha da geçerlidir.
Güç, yeni dijital teknolojiler ve günlük hayatın birleşmesi yalnızca zaman ve alanı değiştirmeyip, aynı zamanda bir eğitim gücü olarak kültürün ulaşabileceği menzili genişletmekte. Yalan, zulüm ve nefret kültürü, tarih korkusu ve 7/24 bilgi akışıyla birleşince, dikkat sürelerine ve düşünmek, tefekkür etmek ve sağlam yargılara varmak için gerekli koşullara karşı savaş açmış durumda.
Kültürel bir çalışma biçimi olarak eğitim, sınıfın ve onun pedagojik etkilerinin çok ötesine uzanır. Faşist pedagojik oluşumların yükselişine ve faşist ilke ve fikirlerin rehabilitasyonuna meydan okumada ve direnmede önemli bir rol oynar (bkz. Mayer 2019).
Eleştirel pedagoji, bilinçte radikal bir değişim yaratacak eğitim vizyonlarını ve araçlarını yaratmalıdır; hem çarpıcı eşitsizliklerle, yerleşimci sömürgecilikle damgalanmış bir çeteci kapitalizminin yakıp yıkma politikalarını hem de onu destekleyen çarpık anti-demokratik ideolojileri tanıyabilmelidir. Bu bilinç değişimi, insanlara kendilerini tanımalarını, ele alınan konularla özdeşleşmelerini ve kişisel sorunlarını daha geniş bir sistemsel bağlama yerleştirmelerini sağlayacak pedagojik müdahaleler olmadan gerçekleşemez.
Akademisyenler kamusal entelektüeller olarak da işlev göreceklerse, eleştirel eğitimci ve aktif vatandaş rollerini birleştirmeleri gerekir. Bunu yaparken, çalışmalarını daha geniş bir kitleye ve önemli toplumsal sorunlara yöneltmekle kalmamalı, aynı zamanda günlük sorunları daha geniş yapılara bağlayan ve ekonomik ve toplumsal adalet talebini öne süren bir dil de geliştirmelidirler.
Akademisyen Ariella Azolay’dan bir terim alacak olursak, eğitimcilerin, düşünceli bir şekilde uygulandığında, karşılıklı sorumluluklarımızı bize hatırlatma yeteneğine odaklanan bir tür pedagojik “vatandaşlık” uygulaması yapmaları gerekir (Cole 2019: 17). Aynı zamanda, eleştirel eğitimciler aşırı basitleştirme cazibesine direnmeli, bir yandan çeşitli ve daha geniş bir kitleye hitap ederken analiz çıtasını da yüksek tutmalıdır.
Günümüz eğitimcileri, öğrencileri ve diğer nesillerin karşı karşıya olduğu zorluklardan biri, eğitimin bir toplumda neyi başarması gerektiği sorusuna yanıt bulma ihtiyacıdır. Ya da daha açık bir ifadeyle, eğitimin bir demokrasideki rolü nedir? Özellikle Türkiye, Macaristan, Hindistan ve İtalya gibi demokratik ülkelerde olmak üzere, dünya genelinde otoriter rejimlerin endişe verici bir şekilde arttığı bir zamanda eğitimciler, müzisyenler, sanatçılar, gazeteciler ve diğer kültür çalışanları, hangi pedagojik, politik ve etik sorumlulukları üstlenmelidir?
Eğitimsel ve pedagojik uygulamalar, tarihsel hafızanın yeniden canlandırılması, yeni dayanışma biçimleri, radikal hayal gücünün yeniden canlanması ve demokrasi için geniş tabanlı mücadelelerle nasıl ilişkilendirilebilir? Eğitim, kültür teorisyeni Mark Fisher’ın bir zamanlar neoliberalizmin en acımasız silahı olarak adlandırdığı “geleceğin yavaş feshi” ile mücadele etmek için nasıl kullanılabilir? (Fisher 2014: 2)
Böyle bir vizyon, büyük eşitsizlik, çevreye yönelik bitmek bilmeyen saldırılar ve savaşı ve militarizasyonu en yüce ve en kutsal ulusal ideallere yükselten bir toplumsal düzenin ötesinde bir yaşamı hayal etmenin temelini oluşturan radikal bir demokratik projeyi yeniden canlandırmayı öneriyor. Bu koşullar altında, eğitim hesap verebilirlik şemaları, testler, piyasa değerleri ve verilere saplantılı piyasa odaklı bir toplumun kaba ampirizmine düşüncesizce dalmaktan daha fazlası haline geliyor.
Eleştirel eğitim ayrıca, kolej ve üniversitelerin öğrencileri iş gücüne hazırlamak için kullanılan yerlere indirgenmesi gerektiği fikrini reddeder; bu indirgeyici vizyon, Facebook, Netflix ve Google gibi eğitimin girişimci misyonunu teşvik etmek isteyen yüksek teknoloji şirketleri tarafından kamu ve yüksek öğrenime dayatılmaktadır (Singer 2017).
Eğitim ve pedagoji, gençlerin demokrasiyi canlı ve dinamik tutmak üzerine düşünmeleri için gereken koşulları sağlamalı, öğrencileri yalnızca işçi olarak eğitilmemelidir. Özgürlük uygulaması olarak işlev gören bir güçlendirme eğitimi, öğrencilerin deneyimlerine, isteklerine ve hayallerine ses vermelerine izin verirken, entelektüel olarak titiz ve eleştirel bir sınıf ortamı sağlamalıdır.
Eğitim, öğrencilerin konuşabildiği, yazabildiği, bilinçli kararlar alan faillere dönüştüğü koruyucu ve cesur bir alan olmalıdır. Eğitim ayrıca öğrencilere, eşitlik, adalet ve özgürlük tutkusuyla birleşen bir toplumsal sorumluluk duygusuna nasıl uyum sağlayacaklarını öğrenmeleri için koşullar sağlamalıdır. Ezber bozan bir uygulama olarak eleştirel pedagoji, kapitalizmi demokrasiyle eş tutmayı reddetmelidir.
Bunu yaparken kapitalizme atıfta bulunmadan faşizmin tartışılamayacağı anlaşılmalıdır. Eleştirel pedagoji, anti-kapitalist olup radikal demokrasi söylemini diriltmelidir; ayrıca kurulan liberal ve muhafazakar partilerin ötesinde yeni tarihi sosyal oluşumlar yaratmalıdır.
Bu şunu gösterir ki eğiticimlerin önündeki en büyük zorluklardan birisi de gençlerin hem kelimeleri hem de dünyayı eleştirel şekilde okumalarını sağlayacak, onların yaratma kapasitelerini geliştirip eleştirel özneler olmasını sağlayacak söylemler ve pedagojik çalışmalar geliştirme görevidir. Bunu yaparken eğitimciler ve diğer kişiler, öğrencilere mücadele etmelerini sağlayacak bilgiyi, değerleri ve medeni cesareti edinme fırsatları vermelidir.
Eğitilmiş umut, ne okulları ve daha geniş toplumsal düzeni şekillendiren zor koşulları yok sayan ne de belirli durumlardan ve mücadelerden soyutlanmış bir projedir. Aksine bugünü yarın yapmamak için bugünün kabuslarını taklit etmeyen bir gelecek hayal etmeyi sağlayan bir önkoşuldur.
Eğitilmiş umut, öğretmenlerin yaptığı işi yücelten aktif bir pedagojik çalışma olmalı, demokratik sosyal değişime bağlı eleştirel bilgiyi vermeli, paylaşılmış sorumlulukları onaylamalı ve öğretmenleri ve öğrencileri müphemlik ve belirsizliğin öğrenmenin temel bir boyutu olduğunu kabul etmeleri için teşvik etmelidir. Böylesi bir umut, verilenin ötesini düşünmeyi vaat eder.
Her ne kadar eğitimcilere ve hatta geniş kitlelere zor bir görevmiş gibi görünse de bu uğraşmaya değer bir mücadeledir. Umut zamanın karmaşık gerçeklerinden hareket etmeli ve kolektif faillik, muhalefet, siyasi hayaller ve katılım için önkoşul olarak görülmelidir. Umut olmadan, en karanlık zamanlarda bile direniş, muhafelet ve mücadele imkansızdır. Faillik mücadelenin, umut ise failliğin önkoşuludur.
Umut imkanın kapsamını artırır ve umut bugün eksik olanı tanıyıp anlamlandırmak için bir yoldur. Demokrasi eğitim hakkında düşünmenin bir yolu olmalıdır, öyle bir yol ki pedagojiyi özgürlüğe, öğrenmeyi etiğe ve failliği de sosyal sorumluluklara ve kamu yararına bağlar (Giroux, 2019).
Neoliberal kapitalizm umudu ütopyacı olasılıklardan ayırır ve engellenmiş bir umut çağında yaşadığımız fikriyle gelişir. Ayrıca bunun zıttını düşünmeye kalkışmanın kabus ile neticeleneceği yanılsamasını yaratır. Dünyada büyüyen faşist siyasete karşı gerçekleşen bu savaş sadece ekonomik yapılara ya da şirket güçlerini yöneten makamlara karşı bir mücadele değildir. Bu savaş, aynı zamanda görüşler, fikirler, zihinler, kimlikler, ikna gücü ve kültürü değiştirme becerisine yönelik bir mücadeledir. Bu ayrıca tarihsel hafızayı geri alma mücadelesidir.
Yeni oluşan faşizm çağında eğitimi aklın savunulması, bilgiyle donanmış kararlar ve eleştirel faillillik olarak düşünmek yeterli değildir; eğitimin aynı zamanda güçle ve toplumsal direniş potansiyeliyle bağlantısı kurulmalıdır. Burada tehlikede olan şey, nasıl bir dünya istediğimiz konusunda yürüttüğümüz mücadeledir; çocuklarımız için nasıl bir gelecek inşa etmek istiyoruz? Büyük filozof Ersnt Bloch umudun en derin tecrübelerimize dokunduğunu ve onsuz mantık ve adaletin yeşeremeyeceğini söylemiştir.
James Baldwin Bir Sonraki Yangın kitabında umuda yönelik şefkat ve toplumsal sorumluluk çağrısında bulunur:
“Yeni nesiller gelmeye devam ediyor ve bizler de onlara karşı sorumluyuz… Birbirimize karşı inancımızı kaybettiğimiz anda deniz bizi yutar ve ışıklar söner.”
Şimdilerde daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda eğitimci yoğun bir şekilde direniş ateşini körüklemelidir. Ancak o zaman ışıklarımızı ve geleceğimizi açık tutabiliriz. Bu çağrıya tarih açıktır diyebilirim; devir farklı düşünüp farklı davranma devridir. Özellikle eğitimciler olarak alternatif demokratik gelecekler ve yeni ufuklar inşa etmek için hayal kurmak ve savaşmak istiyoruz.
Karanlık bir zamanda yaşıyor olabiliriz, ama geleceğimiz hala parlak. Öyle bir siyasi dil yaratmalıyız ve öyle pedagojik araçlar geliştirmeliyiz ki yeni bir hayal gücü geliştirebilelim, yeni bir toplumsal faillik anlayışına sahip olalım, kolektif mücadele verebilelim, tutkulu bir yurttaşlık cesareti ve politik irade sergileyebilelim.
LAProgressive.com’ da, 4 Eylül 2024 tarihinde yayınlanan ve Henry Giroux tarafından kaleme alınan “The Schools Are Failing: Stance of Critical Educators” adlı makaleden uyarlanarak çevrilmiştir.