Eğitimimiz uzun süredir “Tevhîd-i Tedrisat”la değil, “Tedrîs-i Medresat”la yürümektedir.
(“Tedrîs-i Medresat”, medreselere özgü dersler…)
Bilindiği gibi bu kavramların ilki eğitimde bilimselliği/laikliği, ikincisi eğitimde dinselliği/hurafeyi temel alır.
Yine bilindiği gibi birincisi 1923’teki asıl Cumhuriyet’in, ikincisi yüz yıl sonraki sözde Cumhuriyet’in eğitim felsefesini anlatır.
“Model”in Özü
1945’ten beri ön ve son hazırlıklarla taşları döşenen günümüzdeki “Tedrîs-i Medresat” öncüleri, tasarımlarına yeni bir ad buldular: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli!
Kendileri öyle demiyor ama bu, okulöncesinden yükseköğretimin sonuna dek çağa, ülkeye, dünyaya gerekli bilimsel, sanatsal değerlerle donanmış birey-toplum oluşturmayı değil, “model”in odağındaki Saray’a gerekli hurafelerle donanmış kul-ümmet yetiştirme izlencesidir.
Hoş, bunu inkârdan geldikleri de yok elbette ama yine de tasarımlarının uygun yerlerine serpiştirdikleri kulağa hoş gelen sözler de yok değil. Olsun, hocanın ne dediğine değil ne yaptığına bakmalı. Küçük yaştakiler için açtıkları binlerce sıbyan mektebiyle büyükler için açtıkları yüzlerce medrese, yasadışı yapılar olarak hepimizin gözü önünde cayır cayır işliyor. Çok da kolay işliyorlar, çünkü yasadışı olduklarından yasal olanlar için (çoğu göstermelik de olsa) geçerli herhangi bir denetim mekanizması da yok bunlara özgü. Ne öğrettiklerini soran var, ne paralarını, ne uğraş alanlarını… Başlarındaki “ser-i ulema” ne der, ne ister, ne dilerse o…
Ve bunlar, yapıp ettiklerine yasallık değilse de meşruluk kazandırmak için “medrese” profiline uygun üniversitelerle, TÜBİTAK gibi çoktandır bilimle bağını koparmış kuruluşlarla türlü konularda ortak iş ve eylemlerde bulunurlar.
Konu, aşağıda sıralanacak bu tür örneklerle somutlaştırılacaktır.
Medreselik İşler!
Örneğin ilk olarak Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde hazırlanan “Türkiye’de Medreseler, Seydalık ve Meşruiyet Arayışları” konulu bir doktora tezine hafif bir Google darbesiyle ulaşabilir ve bu tezden yola çıkarak konuyla ilgili gerçek durumun ne olduğunu “tez” elden görebiliriz. Deniz Aşkın adlı bir doktora öğrencisinin “(…) özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da öne çıkan dini bir aktör olarak öne çıkan seydaların süreç içinde öne çıkma, halk arasında belli bir otorite ve itibar elde etme ve daha sonra ise bunu modern temayüller ile sosyal ve siyasal alanda meşru kılmaya çalışmaları ve onları buna iten saikleri anlamaya çalışmak” gibi, baştan sona anlam ve anlatım bozukluklarıyla dolu tümcesiyle konu hakkında birçok ipucu elde edilebilir.
Seçici Kurul’da yer alan Prof. Dr. Nadir Suğur, Doç. Dr. Fuat Güllüpınar, Doç. Dr. Mustafa Altunoğlu, Doç. Dr. Bekir Gür ve Yrd. Doç. Dr. Yaşar Suveren’in 18 Ocak 2018’de kabul edip Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Emel Işıklar’ın da onayladığı 345 sayfadan oluşan doktora tezindeki (bilimsel çalışmalarda bulunması gereken dil ve anlatım kurallarıyla bağdaşmayan yığınla yanlış bir yana) bazı konu başlıklarını görmek, anayasal ve yasal eğitim kurumlarının yanında hem anayasa hem de yasadışı eğitim kurumlarının günümüzde ulaştıkları konumu anlamak için yeterlidir: Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Medreselerinde Bir Karşılaştırma, Günümüz Medreselerinde Yöntem ve Yönetim, Tarihsel Süreç İçinde Cumhuriyet Dönemi Medreselerinin Finansal Kaynakları, Günümüz Medrese Geleneğinde Eğitim ve Öğretim, Cumhuriyet Döneminde Medreseler, Dini Aktörler ve Kültür…
Doktora tezinin bir yerinde, lise mezunu, 61 yaşındaki emekli imam Seyda İbrahim, tezin konularından biri olan ‘seydalık’la ilgili şu bilgiyi veriyor: “Seydaların bu toplumda iki yönlü değeri var. Bir, İslam hukuku, Kur’an-ı Kerim, hadis, fıkıh gibi ilimleri topluma öğretmek. İki, toplumdaki asayişi sağlamaktır. Yani toplum düzeni. Yani barışı, sükûneti sağlamak, sorunları çözmektir, bu konuda vaazdır nasihattir, ahlaktır gibi şeyleri halka verir. Bu konularda toplumu bilgilendirmek, aydınlatmak, yeri geldiğinde uyarmaktır. Toplum seydaya seni takmıyorum diyemez.” (s. 118)
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halkın gereksinimi olan din ve ahlak kültürünü, toplum düzenini, güvenliğini, barış ve sükûnetini sağlamakla yükümlü anayasal ve yasal kurumlar arasında imam İbrahim’in çerçevesini çizdiği ‘seydalık’ın yerini bilmekte büyük yarar vardır. Çünkü bilsek de bilmesek de unutmayalım ki “seyda”ya “seni takmıyorum” deme hakkımız yoktur! Ya da gücü yeten desin!
Tübitak’ın da Katkılarıyla…
Sonra, örneğin yine hafif bir Google darbesiyle Muş Alpaslan Üniversitesi’yle TÜBİTAK’ın 5-7 Ekim 2012’de ortaklaşa düzenledikleri, ünlü Kavakçı ailesinin üyelerinden Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı’nın da “Medreseden İlahiyat Fakültesine; İslami İlimlerin Tedrisindeki Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konulu panel konuşmacısı olduğu “Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler” konulu üç günlük uluslararası çalıştayın, valinin de bulunduğu protokole seslenerek açış konuşmasını yapan Rektör Prof. Dr. Nihat İnanç’tan, yaptıkları işin “mânâ ve ehemmiyetini” şu sözlerle öğrenebiliriz:
“Birkaç önemli husus var, burada değinmek zorundayız. Gerçekten Türkiye bugün itibariyle önemli bir dönem yaşıyor. Bunun bir yansıması şu anda bu salonda yaşanıyor. Muş, tarihine baktığımız zaman, medreseler kenti olan bir yer. Biz geçmişi, bugünü ve geleceği bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlamayı hedefleyen bir üniversite olarak yolculuğumuza başladık. Ve bu şekilde yürüyüşümüzü sürdürmeye çalışıyoruz.(…) Bir tarafta medreseler, bir tarafta ilahiyatlar. Madalyonun hangi tarafından bakarsanız bakın, artıların ve eksilerin tartışıldığı bir alan. (…)” (Çalıştay bildirilerinin yer aldığı iki ciltlik yayının 1. Cildi, s. 25-25)
Anlatımdan da anlaşılacağı gibi rektörün dünyasında medreseler artık çoktan örneğin ilahiyat fakülteleri gibi meşru, yasal kurumlara dönmüş de şimdi sıra, bu kurumlar arasında hangisinin daha “İslâmî”, daha “ilmî” olduğunu açığa çıkarmaya gelmiştir. Ülkemizin “bilimsel ve teknik araştırma kurumu” olan TÜBİTAK’ın, bir süredir zaten uçuş konumunda bulunan bilim ve tekniğimizi daha da yukarılara tırmandırmak için sunduğu katkılarla gerçekleşen çalıştayın bildirileri, Türkçe, İngilizce, Kürtçe ve Arapça olarak bilimsel yayın birikimimize(!) eklenmiştir.
Ulemamız Osmanlıcılık, İslâmcılık gibi siyasal kimlikleri yeniden canlandırmayı amaçlayan ham hayallerle coğrafyamızdaki geçmişi bin yılı bulan, ama bu bin yılın sonunda Cumhuriyet’e ancak yüzde 5 kadar mektup okuryazarı olabilecek bir ‘eğitimli insan’ mirası devreden medreseleri ‘ihya’ peşinde, görüldüğü gibi. Böylece Osmanlı coğrafyasının tümünde bin yılda yapılamayanı üç beş yılda yapacaklar!
Yayınlar da “Emre Amade”!
Yasal-anayasal hiçbir dayanağı olmayan bu medreseler (ve sıbyan okullarının, merdiven altı tarikat-cemaat kurslarıyla okullarının…) konusunun artık oldukça “bilimsel!” ortamlarda ele alındığına ilişkin örneklerden bir başkasına yine hafif bir Google darbesiyle erişmek olası. Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Çeviribilim Bölümü Arapça Mütercim Tercümanlık ABD Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Demir’in Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi’nin Bahar 2018 tarihli 9. sayısında yer alan “İsmailağa Cemaati Medreselerinde Arap Dilinin Öğretimi” konulu makale, başlığıyla şu gerçeği zihinlere kazıyor: 1945’lerden başlayan ve her on yılda bir tartıya konsa sürekli artan ağırlığıyla alttan alta süregelen, Cumhuriyet’in köklü devrim adımı olan Öğretimin Birleştirilmesi (Tevhîd-i Tedrisat) Yasası’yla ulusal bütünlüğe kavuşan eğitim alanı artık ümmetsel alt birimlere dek çeşitlenmiştir. Örneğin İsmailağa medreselerinde şu iş şöyle, İskenderpaşa’nınkilerde böyle; Menzil medreselerinde şu biçimde, Nakşibendi’lerinkinde öteki biçimde, Süleymancılar’ınkinde de beriki biçimde öğretilmektedir!
Bütün bu yazılı belgeler, tam bir moloz yığınına dönüştürülüp çocuklarımızı ezberlerle sınavdan sınava koşturan, elde edilen ürüne bakıldığında yıllar yılı avara kasnak gibi döndürülen devlet okullarına alternatif olarak büyütülen ‘medrese sistemi’nin boşaltılan meydanlarda nasıl at koşturduğunu anlamamıza yetmiyorsa, örneğin (ve yine hafif bir Google darbesiyle!) Vuslat Derneği’nin ‘İslâm âlimleri’ yetiştirmek üzere Erzurum-Aziziye’deki 61 dönüm alanda yapılan İslâmî İlimler Akademisi medresesinde eğitim gören beş bin ‘ilim talebesi’ni mekânlarında ziyaret edebilir, “Akaryakıt fiyatları nerelere çıktı, üç kuruş maaşımızla nasıl gideceğiz oralara?” diye itirazı olan çıkarsa o da daha maliyetsiz yollarla derneğin İstanbul’daki 0212 659 28 80 numaralı telefonundan ya da vuslat.org.tr’den bilgi alabilir.
Kurtuluş ‘Yaratılış Manifestosu’nda
Bu ve benzeri medrese kaynaklı eğitsel ve bilimsel(!) gelişmelere yakınlarda bir yenisi eklenmiştir ki, kapsamı yönünden bütün “insanlık âlemi”ni yakından ilgilendirdiği için anmasak olmaz. Şöyle ki, düzenleme kurulunda Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Prof. Dr. İsmail Kocaçalışkan’ın bulunduğu ve İstanbul’daki Üsküdar Üniversitesinde 24-26 Ekim 2024 tarihlerinde yapılan VIII. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi katılımcısı “bilim insanları”(!), kongrede ürettikleri “bilimsel”(!) sonuçları ülkeye, hatta insanlığa mal etmek için bir ‘Yaratılış Manifestosu’ “beyan etmeyi uygun hatta zorunlu” görürler. “Çünkü bilimsel veriler ve matematiksel ispat yöntemleri, evrenin varoluşunun bilinçli ve tasarımsal olduğu yönünde yeterli kanıt düzeyine ulaşmıştır.” Öyleyse “evrim” gibi “tesadüfe dayalı varoluş” tezine karşı “bilinçli tasarıma dayalı yaratılış” hakkındaki “bilimsel” (!) kanıtları bir an önce herkese duyurmalı ki “evrim” safsatacıları ortalıkta “ilimsiz bilimsiz” dolaşan cahilleri daha fazla kandıramasın!
“Manifesto”ya konu olan bu önemli kongrenin “proje destekçisi” ise TÜBİTAK’tır.
***
Eğitimimizin genel çerçevesi budur. Herhangi bir bakanlığa, herhangi bir genel müdürlüğe ya da herhangi bir il-ilçe milli eğitim müdürlüğüne bağlı olmaksızın, bağımsız bağlantısız, hesapsız kitapsız, velisiz delisiz, denetimsiz, kimseye hesap vermeden, bağlı bulunulan tarikat ya da cemaat imamlarının ‘emir ve talimatları’ dışında hiçbir kamu görevlisinin ‘emir ve talimatları’na maruz kalmadan, binlerce sıbyan mektebiyle medresede ayağınıza gelen körpe beyinleri kafanıza göre eğip bükebilir, onlar üzerinden ‘statü-makam sahibi’ olabilir, onlar sayesinde dünyalığınızı bulabilir, hatta onlar sayesinde uçabilirsiniz!
Türkiye yıllardır böyle bir tabloyla karşı karşıya değil, böyle bir tabloyla iç içe yaşıyor.
Medrese-sıbyan mektepleri gerçeği, tepeden aşağı yuvarlanıp çarşının ortasına oturmuş kaya parçası gibi duruyor. Bu çıplak gerçeği gördükleri halde görmezlikten gelen koca koca partiler, koca koca eğitim örgütleri yatay konumdan dikey konuma geçmedikleri sürece Tevhîd-i Tedrisat celladı bu Tedrîs-i Medresatçıların bugüne dek kırıp döktükleri, bundan sonra kırıp dökeceklerinin teminatıdır!
Bu Durumda…
1. M. Kemal Atatürk’ün “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.” (Hâkimiyet-i Milliye: 01.09.1925) sözlerinin herhangi bir geçerliliği yoktur.
2. Yine M. Kemal Atatürk’ün “… Efendiler! Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki (gerçek) mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır. (…) Yalnız ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek şarttır. (…) Bin, iki bin, binlerce sene önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin sene sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.” (Hâkimiyet-i Milliye: 25.09.1924) demecinin de bir geçerliliği yoktur.
3. Öyle ki, ANAYASA/MADDE 42’deki “(…)Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. (…)” sözlerinin hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü söz konusu yasadışı kurumlarda “eğitim ve öğretim”in hangi öğretilerin ilkeleri doğrultusunda, kimlerce yürütüldüğünü bilmeyen yoktur. 42. Maddenin bu fıkrasının peşinde yer alan “Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz” kuralının da bir anlamı yoktur, çünkü tarikat-cemaat uzantılarının hem “bu esaslara aykırı” hem de yasadışı oldukları ve peşlerine düşen herhangi bir yasal güç olmadığı için sayısı bilinmeyen medreseler yıllardır açık ve açık açık işlemektedir.
4. Kendi gerçek dönemlerinde uygulanan ders izlenceleri; ilk, orta ya da yükseköğretim gibi eğitsel evreler açısından sınırları net olmayan medreseleri daha çok yükseköğretim kurumları olarak düşünsek bile örneğin “Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler. Ancak, bu yetki, Devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez” biçiminde Anayasanın 130. Maddesiyle çizilen sınır ise bugünün yasadışı medreseleri bir yana, yasal üniversitelerde bile geçersizleşmiştir; bu çizgideki öğretim üyelerine akademik unvanlar kolayca dağıtılabiliyor; bölüm başkanlığı, dekanlık, rektörlük gibi yönetsel görevlerde öncelik, bu nitelikteki öğretim üyelerinindir. Bunun en somut örneği ise bugünkü milli eğitim bakanıdır.
Sonuç: Olmadı, Olmuyor, Olmayacak!
Konusu ister eğitim, ister ekonomi, ister sağlık, ister sanat, ne olursa olsun bu türden durum saptamaları yapınca insanın yanından yöresinden “Battık, bittik!…” çığlıkları yükselmeye başlıyor. Oysa ülkemizin bu durumda olduğunu bilmek başka, batmak-bitmek başka şeydir. Hatırı sayılır miktarda enseyi karartmış bir kitlemiz var ve bu kitleyi zaten sürmekte olan savaşıma, kavgaya katmak kolay olmuyor. Bardağın boş yanına bakmayı geleneğe dönüştürüp dolu yanını görmeyi unutanlarımıza, son olarak:
Karşıdevrim iktidarlarının günümüzdeki temsilcisi AKP, yukarıda özetlenmeye çalışılan çerçevede Türkiye’yi eğitim üzerinden kendi öğretisi doğrultusunda biçimlendirme çabası içindedir elbette, 23 yıldır. Bu amaçla çağdaş eğitimin temeli olan öğretim birliğini, yetersiz de olsa laik-bilimsel dokuyu ciddi anlamda bozdu, zedeledi, sarstı. Ancak tek parti aygıtına dönüştürdüğü bütün devlet organlarının sınırsız gücüyle zorlayarak kurmak istediği hegemonyayı da kuramadığını görelim. Amaç olarak önlerine koydukları “dindar ve kindar nesil” yaratmayı başaramadılar, başaramıyorlar, başaramayacaklar. Bunun böyle olduğunu gösteren somut veriler ortadadır. Örneğin kendi anlatımlarıyla “gözbebeğimiz” diye niteledikleri imam hatiplilerin de içinde bulunduğu genç kitlenin giderek artan oranlarda iktidarın siyasal-dinsel dayatmalara tepkili olduğunu görelim. Yine imam hatiplere kayıtların gerilediğini görelim. “Zorunlu seçmeli” dayatmalara karşın okullarda dinsel içerikli seçmeli derslere ilginin azlığını görelim. Parti olarak seçimlerde en az oyu gençlerden aldıklarını görelim. Hatta yıllarca siyasal malzeme olarak kullandıkları başörtülü kadınların türlü konulardaki tepkilerini de görelim.
Ve bilelim ki kılavuzu bilim olan, gücü kılavuzu hurafe olandan güçlüdür.
Öyleyse 2025, karanlığı yendiğimiz yıl olsun.
Ankara, Ocak 2024
4 Yorum. Yeni Yorum
Örgütlü yaşantımıza güç veren, yolumuzu aydınlatan, harika bir yazı hocam emeğinize sağlık.
Teşekkür ederim.
Cumhuriyetin yürekli öğretmeni Sayın Nazım Mutlu’yu saygı ile selamlarım.
Durum ciddi, hem de çok ciddidir ancak asla umutsuz değildir.
Birlikte, örgütlenerek kurucu parti CHP’yi de sürekli uyararak savaşımı sürdürmeliyiz. 21. yy’ın şafağında Türkiye’yi yeniden şeriat bataklığına
sürükleyemezsiniz. Tarihin tekerini geri döndüremezsiniz.
Yeniden kuvvayı milliye ve yeniden AYDINLANMA devrimleri!
Bilimsel akılcılık kazanacak!
Cumhuriyetin yürekli öğretmeni Sayın Nazım Mutlu’yu saygı ile selamlarım.
Durum ciddi, hem de çok ciddidir ancak asla umutsuz değildir.
Birlikte, örgütlenerek kurucu parti CHP’yi de sürekli uyararak savaşımı sürdürmeliyiz. 21. yy’ın şafağında Türkiye’yi yeniden şeriat bataklığına
sürükleyemezsiniz. Tarihin tekerini geri döndüremezsiniz.
Yeniden kuvvayı milliye ve yeniden AYDINLANMA devrimleri!
Bilimsel akılcılık kazanacak!
***
Dayanışma ile.. 09 Şubat 2025
Prof. Dr. Ahmet SALTIK