Pequod ismi size tanıdık geliyor mu? Hatırlayamayanlara bir ipucu vereyim, Herman Melville’in dev eseri Moby Dick’i bilirsiniz değil mi; öyleyse oradaki balina gemisini de hatırlarsınız. İşte o geminin adıdır Pequod. Gemide toplam 30 kişilik bir mürettebat bulunuyordu; bu sayı, o dönemde var olan Amerikan eyaletlerinin sayısına eşitti.
Bazı edebiyat eleştirmenlerine göre, mürettebatın hem sayısı hem de ırksal çeşitliliği, ideal bir Amerikan toplumunun simgesel bir yansımasıydı.
Bir toplumun gerçekten ideal bir yapıya kavuşup kavuşamayacağını bilmiyorum; ama eğer böyle bir şey mümkünse, bu yolun insan sevgisini toplumun temeline yerleştirmekten geçtiğine inanıyorum.
İnsan sevgisi demişken, bu romanın ana karakterini hatırlıyorsunuz değil mi? Kaptan Ahab.
Kaptan Ahab, dev beyaz ispermeçet balinası Moby Dick’ten intikam alma hırsıyla tayfalarının hayatlarını hiçe sayan, gaddar bir kaptandır. İnsan sevgisinden Kaptan Ahab’a nasıl uzandığımı merak ediyor olabilirsiniz, anlatayım. Vedat Günyol, bir denemesinde Kaptan Ahab’ın şu sözlerini alıntılamış:
“Acı bir alay bu kır saçlar! Hangi sevinçleri tattım da ağardı bu saçlar? Neden böylesine ihtiyarlamış görünüyorum, böylesine ihtiyarlamış buluyorum kendimi? Yaklaş! Yanıma gel Starbuck. Bir insan gözüne baksın gözlerim. Denizi, gökleri seyretmekten daha güzel; Allah’ı görmekten daha güzel, bir insan gözüne bakmak…”
Hırsı uğruna tayfalarının hayatını hiçe sayacak kadar gaddar olan Ahab bile, insan gözüne bakmayı en yüce değer saymış.
Bir İnsan Kavşağı
Yıl 1939, Hitler’in dünyaya korku salmaya başladığı tarihteyiz. Savaşın ayak sesleri onu Paris’te tedirgin etti. Pılısını pırtısını topladığı gibi soluğu yurtta aldı, artık iş arıyordu. Bu sırada Haydarpaşa Lisesinde Fransızca öğretmenliğinin kadrosu boştu, Okul Müdürü Saffet Şav’a, Paris’ten yeni dönen bir gençten bahsettiler. Müdür, o genci okula davet etti, uzun uzun sohbet etti onunla. Şav, genci beğendi, böylece genç öğretmenin 28 yıl sürecek meslek yaşamına ilk adımı, Haydarpaşa Lisesinde atılmış oldu.
Genç öğretmenin okuldaki ilk günü oldukça sancılı geçti.
O yıllar Haydarpaşa Lisesi, haşarı öğrencileriyle ün salmış bir okuldu. İlk ders, ertesi gündü. Zaten bir haftadır yaşanan tedirginlikler dudaklarını uçuklatmıştı. İlk dersten önce titremeye başlamıştı şimdi de. Bin defa pişman oldu; ancak kürsüye oturunca her şey değişiverdi. İlk günden sevdi bu mesleği.
Aylardan kasıma gelince, hava iyiden iyiye soğudu. Genç öğretmenimizi içten içe kemiren bir sorun vardı sınıfta. Kendisi sıkı sıkı sarıldığı paltoyla gelirken derse, çocukların büyük çoğunluğunun ceketi bile yoktu üzerlerinde. Hele ön sırada oturan iki öğrencisinin ayakkabıları bile delikti. Her gün gördüğü bu acı manzara, onun içine eziklikler, utanmalar salıyordu. Bir gün soluğu hayırsever bir tanıdığının yanında aldı. Bir hafta içinde sınıfta içini ezen, onu utanca boğan hiçbir şey kalmadı. Kendi deyimiyle söylersek, öğretmenlik onu “Bir insan kavşağına” getirdi.
28 yıl bu kavşakta mutluluk buldu. 1940’lı yıllarda Vefa Lisesi, Gedikpaşa Ortaokulu, Hasanoğlan Köy Enstitüsü, Ankara Gazi Lisesi ve İtalyan Lisesinde Fransızca öğretmenliği yaptı. Ardından, 1962-1972 yılları arasında çalıştığı Atatürk Erkek Lisesi (Taksim Atatürk Lisesi) Fransızca öğretmenliğinden emekli oldu.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü
Fransız yazar ve filozof Diderot’un da belirttiği gibi, “Mesleğinde usta olmak için insana coşku gerek, isterse yaptığı şey toplu iğne olsun.”
Bir işe duyulan coşku, aslında sevginin bir göstergesidir. Nitekim o da, “Bir insanı sevmekle başlar her şey.” sözünü, bir eğitimci ve aydın olmanın şartı olarak benimsemişti.
Onda bu insan kavşağında usta olma coşkusunu yaratan okul, Hasanoğlan Köy Enstitüsü oldu; bakın, Köy Enstitüsündeki yıllarını nasıl bir coşkuyla anlatmış:
“Yirmi sekiz yılı bulan öğretmenlik hayatımda, yalnız üç yıl gerçekten öğretmen olmanın büyük sevincini, kıvancını, onurunu duymuşumdur. O üç yılım da Hasanoğlan Köy Enstitüsünde geçmiştir. Haftanın bir günü ve gecesiyle sınırlı olan derslerime, her seferinde tazelenen coşkularla koşardım. Bir öğretmenin, yerine göre bir baba, bir kardeş, bir arkadaş, bir ülküdaş olabileceğini bana, yarı aydınların ‘çuha elbiseliler’ diye burun kıvırdıkları o ışıl ışıl gözlü, işlek kafalı, bilinçli köy çocukları öğretti.”
Yukarıda tanıttığımız öğretmenimiz Vedat Günyol’du. Günyol, başarılı öğretmenliğinin yanı sıra, edebiyatımızın deneme, eleştiri, inceleme ve çeviri ustasıdır. Günyol, Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Burian, Azra Erhat, Halikarnas Balıkçısı’yla (Cevat Şakir Kabaağaçlı) birlikte Anadolu’ya bilgiyle, bilinçle sahip çıkan bir kuşağın aydınıydı. 1911’de İstanbul’da dünyaya gelen Günyol, 1938’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. 1950’de İstanbul Barosuna kaydolan Günyol, sekiz yıl da avukatlık yaptı.
“Ak Kitaplar”
Günyol, yazın yaşamına Yücel dergisinde çeviri yaparak başladı. Günyol’un yazın yaşamında, 1940-1950 arasındaki Ankara yılları önemli bir yer tutar.
Günyol, Ankara günlerine önem vermesinin sebebini şu sözüyle özetlemiş: “Ankara günlerinde benim için bir mucize, Orhan Burian’ın varlığı idi.”, Günyol bu dönemde, arkadaşı Burian’la birlikte Yücel dergisine yön vermeye çalışmış. Bu yön, “Hümanizm yoluyla, Türk düşüncesine, Türk edebiyatına, Türk tarihine, Türk sanatına, basmakalıp yöntemler dışında, özgür düşünce açısından yaklaşma eğilimi, istemiydi.”
Günyol, 1941’de Cemal Nadir’le Arkadaş adlı haftalık çocuk dergisini yayımlamaya başladı. Ardından Orhan Burian’la birlikte Tercüme Bürosuna katıldılar. Tercüme Bürosunun düşün hayatımıza sunduğu “ak kitap”larda onların da payı vardı; ancak 1946’ya gelindiğinde Bakanlıkta önemli bir değişim yaşandı. 1946’da Reşat Şemsettin Sirer, Milli Eğitim Bakanı oldu. 1946 yılı, karabasan gibi çöktü ülkeye. Tercüme Bürosunun içi dışı aydın insanları bir bir uzaklaştırıldı bu kurumdan. “Bilgi Tapınağı” olan Köy Enstitüleri işlevsizleştirildi. Bürodan uzaklaştırılan aydınlardan bazıları şunlardır: Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Orhan Burian, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Azra Erhat…
Çan Yayınları’nın İsim Babası Ferit Edgü’dür
Günyol, bu aydınlık günleri hiç unutamadı. Tercüme Bürosu, Günyol’un yaşamının sonraki dönemlerinin âdeta rotasını çizdi. Büro, Günyol için 1946’da kapanmıştı; oysa 1966’ya kadar faaliyet göstermeye devam etti.
Büro’nun çevirilere ve çeviri kuramıyla ilgili yazılara yer verdiği, Tercüme adlı bir dergisi vardı.
Bu dergi, 1966’ya kadar yayın hayatına devam etmiş olsa da 1946’dan sonra, eski kimliğinden uzaklaşmış durumdaydı. Bu nedenle yazın yaşamımızda önemli bir boşluk oluştu. İşte bu boşluğu doldurmak için; Günyol, 1953’te Orhan Burian’la birlikte Ufuklar dergisini çıkarmaya başladı. Günyol, Burian’ın ölümünden sonra, 1953’ten 1976’ya kadar dergiyi Yeni Ufuklar adıyla 275 sayı sürdürdü. Günyol’un, Tercüme Bürosunun boşluğunu doldurma çabası, bununla da sınırlı değildi. 1950’li yıllarda kurulan Çan Yayınları, tam da bu nedenle yayın hayatına başladı. Hatta diyebiliriz ki Büro’nun öz evladıdır; çünkü Büro’nun üyeleri tarafından kuruldu. Çan Yayınları’nın kuruluş sebebini, sahibi olan Günyol şöyle anlatıyor:
“Reşat Şemsettin çalıştığımız büroyu kapatınca, Klasikler Dizisi’nin de ipini çekmiş oldu! Hem büroyu kapattı Reşat Şemsettin hem de öğretmen kıyımı başlattı… Ortaya bir boşluk çıkmıştı! Tercüme Bürosunun ürünlerinden yoksun kalmıştık… Buna gönlümüz razı değildi. Sabahattin’le oturup, bazı kitapları yayımlamaya karar verdik. ‘Her Okur’ ve ‘Öz Okur’ diye iki seri kitaba başladık.
Bundan önce de Ferit Edgü’nün bir kitabını yayınlamıştım ben. Parasını kendisi koymuş, kapak çizmiş, bir de Çan Yayınları diye bir ad eklemişti. Ferit’in Kaçkınlar adlı kitabı bu dediğim…”
Çan Yayınları, Büro’nun boşluğunu doldurmak için kurulur, isim babası da Ferit Edgü’dür.
“Tek Ülkümüz İnsan Olmaktı”
1964’te Çan Yayınları’ndan çıkardıkları, Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol’un çevirdiği, Gracchus Babeuf’un “Devrim Yazıları” adlı eseri nedeniyle yargılandılar ve iki yıl süren mahkeme süreci sonunda beraat ettiler.
Günyol, aynı zamanda Cumhuriyet’imizin önemli ansiklopedicilerindendir. Onda bu yeteneği Adnan Adıvar keşfetmişti. Adıvar, İslam Ansiklopedisi’nin Yayın Kurulu Başkanı’ydı; Adıvar, bir gün Vedat Günyol’dan iki çeviri denemesi yapmasını istedi. Günyol’un çevirisi beğenildi. Çevirisi beğenilen Günyol, artık İslam Ansiklopedisi kadrosunun bir üyesiydi. On üç yıl bu ansiklopedi için emek verdi. Ardından Meydan Larousse, Büyük Sözlük, Yurt Ansiklopedisi ve Temel Britannica’nın yayınlanmasında emek veren kadronun bir parçası oldu, kendi deyimiyle ansiklopediciliğe battı.
Azra Erhat’tan okumuştum, çevresini oluşturan aydınlar için, “tek ülkümüz insan olmaktı… Bu ülkünün ilk temsilcisi de Prometheus’tur.” demiş. İnsan olabilmeye, insanı sevmeye adanmış bir hayattı onunkisi; “Sözün kısası, ‘İnsan’ demek yeter Vedat Günyol’a”. Bir ateş yakıcı ve bir düşün işçisi olan Günyol’u, ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyorum.
3 Yorum. Yeni Yorum
Sayın Olcay Taşlı
Merhaba. Vedat Günyol’un ölüm yıldönümü vesilesiyle yazdığınız yazı beni çok mutlu etti.
Sizi tanımak da ayrı bir mutluluk. Vedat Günyol dostlarının tanışması ve dayanışması, onun sizin gibi aydın gençlerin kaleminden yeniden anlatılması gerekiyor. Kaleminize sağlık…
İlginizden dolayı çok teşekkür ederim.
[…] Eğitim Tarihimizde Bir Düşün İnsanı […]