Edebiyat Derslerini Sıkıcı Kimliğinden Kurtarmak Mümkün mü?

Kategori : Eğitim Dünyası

Çek asıllı bilim insanı Vaclav Smil, Energy in World History isimli eserinde en temel anlamda fiziksel olarak bütün insan eylemlerinin enerji dönüşümlerinden ibaret olduğunu söyler (Smil, 1994:223). Amerikalı bir yazar ve aynı zamanda akademisyen olan Jay Parini, Vaclav Smil’in bu sözünü biraz daha genişletir. Sadece fiziksel olarak değil sosyokültürel olarak da enerjinin insan yaşamında öne çıkan rolüne vurgu yapmak için “Şiir Neden Önemlidir?” eserinde, Marianne Moore’un şu sözüyle başlar:

Yaşam enerjidir ve enerji yaratıcılıktır. Ve bireyler ölseler bile enerji sanat yapıtında muhafaza edilir, içinde sımsıkı kilitli kalır ve birisi zaman ve ilgi gösterinceye dek orada serbest kalmayı bekler.” (Parini, 2022: 9).

Özellikle de edebiyatın en eski sanat dallarından biri olduğunu göz önünde bulundurursak Marianne Moore’un enerji ve sanat ile ilgili söylediği sözleri edebiyat dersleri için ayrıntılı bir şekilde düşünmek gerektiğini söylemek kaçınılmaz olacaktır. İyi edebi metinler, tam da yukarıda ifade edildiği gibi, içinde duygularımızı ve düşüncelerimizi harekete geçirecek büyük bir enerjiye sahiptirler. O enerji sayesinde metinden yola çıkıp yeni bağlantılar kurarak toplumu, bireyi ve dünyamızı kendi örüntüsü içinde daha geniş açıdan anlama olanağına sahip oluruz ve bu olanak doğrultusunda da yeni bağlantılar kurabildiğimiz bir yaratma ya da yazma sürecine gireriz. İşte lisedeki edebiyat derslerinin amacı da edebi metinlerin içinde yer alan bu potansiyel enerjiyi öğrencilerin bilişsel dünyasında ortaya çıkarmak ve onların kültürel dünyadaki anlam evrenini keşfetme sürecine destek olmaktır. Tabii ki bunun için de öğrencilerin içindeki potansiyel enerjiyi açığa çıkaracak bir ders içeriği olması gerekir.
Nitekim edebiyat dersleri çoğunlukla bu içeriğin tam tersi bir biçimde kurgulanmıştır.

Bu kurguda edebiyat deyince aklımızda ilk uyanan his sıkıcı geçen dersler ve bu derslerde zorla okutturulan sıkıcı metinlerdir genelde. Üstelik bu yalnızca ülkemize has bir konu olmamalı ki Norveçli yazar Dag Solstad da dilimize “Mahcubiyet ve Haysiyet” ismiyle çevrilen eserinde tam da bu konuda bahseder. Eserin başkahramanı olan edebiyat öğretmeni Elias Rukla, eski moda olduğunu bildiği halde klasik bir eseri öğrencilerine okutturmaya çalışır. Sıkılan öğrencilerin ilgisizliği, Elias’ın da karamsarlığa kapılmasını ve derin bir boşluğa düşmesini sağlar. Birçok edebiyat öğretmeni, Elias’ın karşı karşıya geldiği bu durumu çok yakından tanıyordur. Ülkemizdeki yoğun bir müfredata sahip olan lise edebiyat programı daha çok edebiyat tarihi ile ilgili bilgilerle donatılmıştır. Öğrenciler bu bilgileri ezberlemeli, birkaç dilbilgisi konusu çözmeli ve asıl amaç olarak da üniversite sınavındaki test taktiklerini anlayabilmelidir. Çünkü edebiyat derslerinden asıl beklenen hedef; bu sınavda seçeneklerle sınırlandırılmış, öğrencide hiçbir anlam barındırmayan bilgi kırıntılarının doğru cevaplandırılabilmesidir.

Tomris Uyar

Bu durum, zaman zaman ünlü edebiyatçıların da ülkemizdeki edebiyat derslerini eleştirmesine yol açmıştır. 1990 yılında Varlık dergisinde yapılan bir söyleşide ünlü yazarımız Tomris Uyar, ortaöğretim yıllarında okullarda okutulan Türkçe ve edebiyat kitaplarının kendi edebiyat yaşamına hiç katkısı olmadığını; ama gönüllü öğrencileriyle hafta sonu buluşan ve edebiyat metinlerini tartışan öğretmenin ise kendi edebiyat dünyasındaki gelişimine katkısının çok önemli olduğunu söylemiştir (Uyar, 2016: 644). Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk da Türkiye’nin dünya çapında bir yazarı olduğu halde edebiyat derslerinde öğretilenlerin hiçbir katkısı olmadığını söylemişti. Bunlar bildiğimiz tartışmalar da olsa bu sıkıcılığın nedeninin edebiyatın kendisi olmadığını vurgulamak için üzerinde durmalıyız.

Edebiyatın Doğası

Öncelikle edebiyatın malzemesi dildir ve kullandığımız dille tüm yaşamı anlamlandırırız. Dolayısıyla bu malzeme aslında diğer sanat dallarının malzemesinden farklı olarak bizim varlığımıza anlam oluşturan en temel öğedir. İkinci olarak edebiyatın temel malzemesi dilden yola çıkarak kurduğumuz anlatıların oynadığı rol sandığımızdan çok daha önemlidir. Bu anlatılar sayesinde yaşamı kavrar ve yeniden yorumlarız. Örneğin insanlık tarihi boyunca gökyüzündeki aya dair kurduğumuz anlatı sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir. Bu anlatının değişim ve dönüşümü bizim gerçeklik algımızı da belirlemiş ve bilim ortaya çıksa bile – teoriler de birer anlatıdır- aya dair anlatılar sürmeye devam etmiştir. İnsanlığın tüm benliğini oluşturan bu anlatı modeli, dünyaya anlam verebilmemizin tek yoludur; çünkü beynimiz böyle çalışır. Üçüncü olarak; geçmişteki kültürel bilgiler bize kültürel fragmanlar halinde gelir (Lotman, 2012: 24) ve bu kültürel fragmanların en yoğun olduğu temel örüntüler anlatılardır. Dolayısıyla bir edebi metin karşımızda duruyorsa aslında insanlığın geliştirdiği birçok anlamsal yapı karşımızda duruyor demektir.  Söz konusu metinde; herhangi bir kelimenin etimolojik kökünden metindeki dilbilgisel tercihlerin yarattığı göstergelere, kullanılan söz sanatlarının anlamsal işlevinden noktalama işaretlerinin anlamsal yapısına kadar birçok öğe insanlık tarihinin yarattığı o genel örüntüye, yani aslında kültüre, dair okuyucuyu keşfe çağırır. Çünkü tüm bu sürecin kendisi dinamiktir ve bir keşifler dünyasıdır. Bir kere bu keşfe çıkan insanlar, bunun lezzetini alınca, bundan sonraki aşamalarda da süreci kendiliğinden tekrar etmek isteyeceklerdir.

Alışılageldik Edebiyat Dersleri ve Bir Alternatif

Peki, edebiyat böylesine özel bir sürecin ürünüyken ve dinamik öğeleri ile insanları bu kadar etken hale getirebiliyorken edebiyat derslerinde yapılan hata nedir?

Filmi başa saralım ve izleyelim: Bir edebiyat öğretmeni derse girer. Yetiştirilmesi gereken müfredatı kontrol ettikten sonra MEB’in tüm ülkedeki tüm öğrenciler için okutulmasını zorunlu tuttuğu ders kitabından belli bir sayfayı açtırır. Bu sayfadaki metni okuyan öğrenci; tema nedir, konu nedir ve ana düşünce nedir gibi sorulara maruz kalır ve metindeki birkaç kelimenin anlamına bakarak metni anlamış olur. Buna ek olarak, işlenen metin hangi edebiyat dönemi içindeyse, o dönem hakkında ve metnin yazarı hakkında verilen üstünkörü bilgilerle ders bitirilir. Üstelik ilkokuldan lise sonuncu sınıfa kadar da bu yöntem uygulandığı için öğrencilerin büyük bir çoğunluğu tema, konu ve ana düşünce nedir gibi sorulara cevap veremez hale gelir. Bunun en büyük nedeni, sürecin kendisinin öğrenciyi edilgen kılması ve kelimenin tam anlamıyla aptal yerine koymasıdır. Peki hâlihazırda bunun bir alternatifi var mıdır? Aslında, ülkemizde Üsküdar Amerikan Lisesi ya da Koç Lisesi gibi bazı özel okullarda uygulanan IB Türkçe programı bu ilk senaryonun tam karşısında yer alır.

Bu programın amacı, öğrencinin farklı edebi metinlerden yola çıkarak analiz yapabilmesi ve kendi tez cümlesini kurarak evrensel temalar üzerinde makale yazabilmesi ya da sunumlar yapabilmesidir. Bu süreçte; öncelikle öğrenciye çeşitli öyküler, denemeler ya da şiirler okutturulur, ardından öğrenciden yazarın hangi evrensel sorun üzerinde durduğunun belirlenmesi istenir. Ek olarak öğrenci, yazarın yada şairin üzerinde durduğu evrensel sorunu kurgulaştırırken hangi edebi araçları ne şekilde kullandığını da bulmalıdır. Böylece öğrenci metne dair ayrıntılı bir analiz yapabilecek ve kendi geliştirdiği tez cümlesinden yola çıkarak okuduğu metni değerlendirebildiği özgün bir makale yazma şansı bulacaktır. Tabii ki süreç bundan ibaret değildir ve yerli roman- çeviri roman karşılaştırması ya da sunumlar gibi öğrencinin aktif olarak sürecin içinde yer aldığı birçok ders içeriği Türkçe IB programının içinde vardır. Ayrıca Türkçe IB programında, öğrenciler dört bölümden değerlendirilir: Anlama ve yorum, analiz ve değerlendirme, organizasyon ve son olarak da dil kullanımı. Burada özellikle de öğrencilerin her birinin cevap anahtarının birbirinden farklı olacağını ve her birinin özgün bir değerlendirme yapacağını vurgulamak gerekir. Öte yandan; evrensel sorunu bulabilmek ve yorumlayabilmek için öğrencinin sosyoloji, felsefe, psikoloji, coğrafya ve hatta kimi zaman da tarih gibi farklı disiplinlere başvurması gerektiği açıktır. Tam da edebiyatın doğasına paralel giden bir süreçtir bu. Hatta bu yazının başına dönersek metindeki potansiyel enerjiyi aktif hale getiren bir süreçtir. Bu süreç boyunca öğrencinin sınıf ortamındaki sürekli aktifliği ve (daha da önemlisi) bireysel gelişiminde de farklı disiplinler arasında kurduğu bağlantılar sayesinde entelektüel gelişimindeki canlılığı yadsınamaz.

Peki Çözüm Ne?

Yukarıda bahsettiğimiz iki edebiyat eğitimi yaklaşımını karşılaştırdığımızda en temelde ortaya çıkan unsur, edebiyatın doğasına dair olan yaklaşımdır. MEB’in programında, edebiyat donuk ve edilgen bir alan gibi algılanırken ve edebiyat dersleri müfredatları da bu anlayışla oluşturulurken; Türkçe IB programında ise, edebiyatın dinamik ve etken yapısı göz önünde tutulmuş ve tüm program da bu anlayışla oluşturulmuştur. Dolayısıyla ilk yaklaşımda, öğretmen sadece bilgi veren ve öğrenci sadece o bilgiyi almaya çalışan (aslında ezberleyen) bir roldeyken; ikinci yaklaşımda ise, öğretmen bir edebi metinle öğrenciyi buluşturan ve bu edebi metin üzerinden öğrenciyi üretime katarak (makale yazdırarak ya da sunum yaptırarak) harekete geçirmeye çalışan bir roldedir. Öğretmenin ikinci yaklaşımdaki rolünü yerine getirebilmesi için çağdaş edebi eleştiri kuramlarından beslenmesi gerektiği de üzerinde durulması gereken çok önemli bir diğer konudur. Türkçe IB programı uygulayan okullardaki öğretmenler, bu dersi işleyebilmek için çağdaş edebi eleştiri kuramlarından beslenirler. Yapısalcılık, göstergebilim, sosyolojik eleştiri vs. gibi. Ne yazık ki eğitim fakültelerindeki edebiyat ve Türkçe bölümlerindeki eğitimlerde bunlara yer verilmez. Dolayısıyla edebiyat öğretmenlerinin birçoğu bu bilgilerden bihaber olarak mezun olurlar ve edebiyat dersleri de donuk ve öğrencileri edilgen kılan bir yapıda işlenmeye devam eder. Nitekim yeni müfredatla kırılmak istenilenin bu eski yapı olduğu söylense de bir önceki yazımızda değindiğimiz gibi MEB’in seçtiği ve evrensel sorunları içermeyen, daha çok milli ve yerli sığ bakışıyla seçilmiş olan, metinlerle bunun olabilmesi de imkânsızdır.

Özetlersek; edebiyat derslerinin sıkıcı kimliğinden sıyrılması için edebiyatın dinamik ve etken kılan yapısının çok daha iyi anlaşılması ve buna göre bir edebiyat eğitimi müfredatı oluşturulması gerekmektedir. İkinci olarak, edebiyat öğretmenlerinin edebiyat teorilerini ve çağdaş edebi eleştiri kuramlarını iyi bilmesi zorunluluktur. Bu olmadıkça, öğrencilerin de karşılaştıkları metinleri çok yönlü bir biçimde analiz edebilme ve yorumlayabilme şansı olmayacaktır. Üçüncü olarak, öğrencilere okutturulan metinlerin evrensel değerlere sahip olması ve yine evrensel kalitedeki edebi metinler olması önemlidir. Son olarak, ölçme ve değerlendirmenin de öğrenciyi çok yönlü değerlendirebilecek basit bir yapıda kurgulanması gerekir. Böylece edebiyatın doğasında yer alan dinamik ve etken kılıcı yapı, edebiyat derslerine de yansıyacak ve edebiyat derslerini sıkıcı kimliğinden arındırma yolunda önemli bir aşama kaydedilmiş olacaktır.

Kaynaklar:

Parini, J. (2022). Şiir Neden Önemlidir? İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Smil, V. (1994). Energy in World History. Boulder(Colorado): Westview Press.
Uyar T. (2016). Kitapla Direniş. (Hzr: Handan İnci). 2. baskı. İstanbul: YKY.
Lotman, Y. (2012). Düşünen Dünyaların İçinde İnsan-Metin Semiyosfer-Tarih. Ankara: Bilgesu Yayınları.

Paylaş:
Etiketler : "Şiir neden Önemlidir?", Berkan Örkün, dersler dergisi, Edebiyara Bir Uygulama Önerisi, Edebiyat Dersi Nasıl Olmalı?, Edebiyat Nasıl Anlatılmalı? Edebiyat Müfredatı, IB programı Edebiyat Programı, Türk IB Programında Edebiyat Dersi

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Henry Giroux: Eleştirel Eğitimcilerin Gözünden Okullar Neden Başarısız?
Madeline Will: Kültürel Açıdan Duyarlı Eğitim Günümüzde Nasıl Olmalı?