Kant’a göre “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapare aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” (1984: 213). Bu tanıma göre göre Kant, insanın ergin olma durumunu doğal bir durum, ergin olmayışı ise, ancak kendi suçu ile düşmüş olacağı bir durum olarak görüyor. Elbette ki aklın bozulabilen veya yanılabilen bir tarafının olduğunu biliyordu fakat insanları yine de kendi akıllarını kullanmaya cesaretlendirmek istiyordu. Çünkü o, aklı kullanmamayı insanın zorla maruz kaldığı bir durum olarak değil, düşünmemenin konforu nedeniyle insanın kendi kendini içine düşürdüğü bir durum olarak görüyordu: “Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık.” (1984: 214).
Aklını Kullanmak Nedir, Bu Nasıl Yapılır?
Aklını kullanmak her şeyden önce ifade özgürlüğüne sahip olmaktır. Kant ifade özgürlüğünden “büyük bir itina ve dikkatle ölçülüp biçilmiş ve tartışılmış düşüncelerini” kamunun yararına olacak şekilde sunma sorumluluğunu anlamaktadır. Yani ister kamu görevlisi (örneğin asker, din adamı vb.) ister sade bir yurttaş olsun her insan “bir bilgin sıfatıyla” ait olduğu topluluğun görüşleri ne olursa olsun ona karşı gelebilme, kamuya doğruyu söyleyebilme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Kant’ın düşüncesinde özgürlük ve sorumluluk, düşünce ve eylem elele gider.
Kantçı Aydınlanma idealini sosyolojinin önemli simalarından biri olan Wright Mills’in (2022) “sosyolojik tahayyül” diye adlandırdığı düşünme şeklinde görürüz. Sosyolojik tahayyül, sadece sosyolojiyi veya sosyal bilimleri ilgilendiren bir düşünme şekli değildir. Sonuçta hangi bilimle uğraşıyor olursa olsun insan toplumun ayrılmaz bir parçası olduğu için herkesi ilgilendiren bir düşünme şeklidir.
Mills’e göre insanlar kendi küçük muhitlerinde yaşarken göğüs gerdikleri sıkıntıları çoğu zaman tarihsel değişimlerle veya toplumsal yapı sorunlarıyla ilişkilendirerek ele almazlar. “İnsan ve toplum, biyografi ve tarih, benlik ve dünya arasındaki karşılıklı etkileşimi kavramak için gerekli olan zihinsel vasfa sahip değillerdir.” (2022: 14). Bu nedenle özel hayatlarına çekilmeye başlarlar, kapana kısılmışlık duygusuna sürüklenirler, kendi toplumsal konumlarına ilişkin yanlış bilinç geliştirirler ve ahlaki yönden gittikçe daha duyarsız hale gelirler. Mills kendi kişisel sıkıntılarını daha geniş toplumsal sorunlara tercüme edemeyen insanların kitle toplumuna dönüşeceklerini söyler. Kitle toplumuna kamusal aldırışsızlık hâkim olur, bu da demokrasiyi tehdit eder.
Sosyolojik Tahayyül
Sosyolojik tahayyül, insanların enformasyondan faydalanarak dünyada olup bitenlere ve başlarına neler gelebileceğine ilişkin bir anlayış geliştirmelerine yardımcı olacak zihinsel bir vasıftır. Bu vasıf elbette öyle kolay geliştirilebilecek bir şey veya her sorunun çözümü de değildir, fakat geliştirildiğinde Mills’e göre, bireyler tarihsel değişimi açıklayabilirler, toplumsal konumlarına dair yanlış bilinç geliştirmezler, kişisel sıkıntılarının toplumsal kaynaklarının farkına varırlar ve kamusal aldırışsızlık kamusal sorunlara katılıma dönüştürülür. Sosyolojik tahayyül, akıl ve özgürlük mefhumu ile doğrudan ilişkilidir. Özgürlük, insanın salt keyfine göre hareket etmesi veya yalnızca belirlenmiş seçenekler arasında tercih yapma fırsatı değildir. Mevcut tercihleri formüle edebilme, onlar üzerinde tartışabilme ve onlar arasında tercihte bulunabilme olanağıdır. Seçenekler üzerinde karar verme yetkisi önemlidir çünkü bu gelecek konusunda da karar verme yetkisine sahip olmak anlamına gelir, tabii ki tarihsel sınırlılıklar dahilinde. Mills’te özgürlük karar verme, seçim yapma ve bütün bunlar için aklını kullanma meselesidir. Aynı zamanda sorumluluk meselesidir, çünkü herkes özgür olma arzusuna ve özgürlüğün gerektirdiği akıl yetisini geliştirme çabasına sahip değildir, fakat belirli koşullar sağlanırsa bu yönde bir çaba geliştirmesinin farkına varabilir. O halde aydınlanmış insanın -bu Mills’te sosyal bilimcidir- belli kamusal sorumlulukları vardır. Biri, bireylere kişisel sıkıntılarla toplumsal değişimlerin ve onların yarattığı sorunların karşılıklı etkileşimini göstererek kişisel sıkıntıları açık toplumsal meselelere dönüştürmektir. Yani özel olanı politik kılmaktır. Diğeri ise, kendi kendini geliştiren bir kamunun inşasına yardım etmek ve onu güçlendirmektir. Dolayısıyla Mills bunu özgürlükçü bir eğitim için gerekli görür. Kısacası Mills’e göre sosyal bilimci içinde yaşadığı toplumdaki düşünsel ve siyasi rolünün farkında olmalıdır, fakat bu rol güdümleyici ve baskıcı değil, ikna edici olmalıdır.

Sosyolojik Hermenötik
Sosyolojinin başka bir önemli siması da Zygmunt Bauman’dır. Mills’le aralarında zaman ve paradigma farkı olsa da onun “sosyolojik hermenötik” kavramı sosyolojik tahayyül kavramıyla benzerlik gösterdiği gibi ayrılan yönlere de sahiptir. Sosyolojik hermenötik Bauman’a göre, insan düşünce ve eylemlerini anlamak ve açıklamaktır. Buna niyetlenmek, insan düşünce ve eylemlerini bizzat şekillendiren koşullara bakmayı gerektirir, bu nedenle de sosyolojik faaliyettir. Yani her halükârda bireyi toplum içinde ve toplumla karşılıklı ilişkisi içinde ele almak gerekmektedir. Dolayısıyla Bauman da birey ile toplum, biyografi ile tarih arasında bağlantı kurarak anlama ve açıklama ediminde bulunacağımızı söyler. Ona göre, “insanların içinde bulunduğu koşullar ve olasılıklar ötekilerin yaptıkları ve yapmadıkları şeylerle, insanların yaptıkları ve yapmadıkları şeyler de ötekilerin içinde bulunduğu koşullar ve olasılıklarla bağlantılıdır.” (2021: 24). Aydınlanma’nın akıl idealine bağlı olmayan Bauman, daha iyi toplum yaratma fikrini, bunun için arzulanan insan eylemlerinin gerçekleşmesinin garanti altına alınmasına hizmet eden “yönetimsel aklın” ortaya çıkması nedeniyle eleştirir, çünkü böyle bir yönetimsel akıl Nazi Almanyası’nda Yahudi soykırımına neden olmuştur. Günümüzde ise toplumu iyileştirmek gayesi, zaten yaşanmaz hale geldiği düşünülen bir toplumsal ortam içinde herkesin kendine görece konforlu bir alan inşa etme gayesine dönüşmüştür. Dolayısıyla Bauman’a göre yönetimsel akıl günümüzde kılık değiştirmiştir.
Bauman’ın yönetimsel aklın, yani rasyonelliğin vahim bir sonucu olarak gösterdiği Yahudi soykırımını, Hannah Arendt ise “düşünmeme”nin sonucu olarak değerlendirmiştir. Mesele rasyonellik değil, akıldan, yani düşünme ediminden yoksun bir rasyonelliktir. Arendt’e göre düşünmeyen insanlar kötücül eylemlerde bulunabilirler, çünkü düşünmek, ahlakı, saygı duymayı ve başkalarının acılarına kayıtsız olmamayı gerektirir.
Bauman’a göre, “sosyolojinin görevi, hükmen ve hukuken birey olan kişilerin, tercihen ve fiilen birey olma mertebesine yükseltecek yöntem ve araçların bilgisini oluşturmaktır. Bu ahlaki bir yükümlülüktür.” (2021: 115). Sosyolojinin eklemleneceği bir eğitimin amacı da bireylerin böyle bir yaşama hazırlanmasıdır. Ona göre sosyolojinin işi, belli bir değerler manzumesini dayatmak değil, değer tercihlerini mümkün ve makul hale getirmek, bunları bireylerin erişimine yaklaştırmak ve “Başka Bir Alternatif Yok” savıyla mücadele etmektir. Başka yollar arayışı bir özgürlük talebidir ve politiktir. Ona göre özgürleşme, “erişilebilir seçeneklerin ve gerçekçi tercihlerin yelpazesini sınırlayan ve daraltan kısıtlamaların hepsini veya bir kısmını kaldırmayı öne çıkarır.” (2021: 133). Bauman’ın sosyolojinin görevi olarak ifade ettiği, kişileri tercihen ve fiilen birey olmaya dönüştürmek, yani kısacası tıpkı Mills’in de savunduğu gibi düşünen, eleştiren, olayları bağlantısal bir şekilde ele alan bir birey haline gelebilmek, toplumsal ilişkilerde ve eğitimde aklı hâkim hale getirmekle mümkündür. Aklın kullanımını daha yetkin ve verimli hale getirecek, saygı, güven ve dayanışma gibi duygulara da vurgu yapmak gerekir.

Gerek sosyolojik tahayyül gerek sosyolojik hermenötik insan ve toplum hayatında düşünme ediminin önemine vurgu yapmaktadır. Her iki düşünme şekli kişileri birey olma cesaretini göstermeye davet etmektedir. Sadece sosyolojik düşünmek veya önüne eleştirel, radikal önekleri getirdiğimiz düşünme şekilleri değil, genel olarak düşünme edimi birey olmaya vurgu yapar. Düşünmek, akıl, ahlak, saygı, öz bilinçlilik, öz düşünme, dikkat gösterme, anlam üretme, sorun çözme vb. edimlerden oluşan değer kümesiyle -aralarında öncellik-ardıllık ilişkisi olmadan- birlikte yapılan bir faaliyettir, hatta Brinkman’a (2024) göre, Yunan felsefesinden günümüze çeşitli düşünürlerin görüşlerinden yararlanarak yazdığı kitabında, bir yaşam biçimidir. Onun ifadesiyle, “Gelişmiş insan, kendi aklıyla düşünebilen, fakat aynı zamanda kendisini o düşünen birey haline getiren koşullara da kafa yorabilen bireydir. Kendi kendini yaratmadığını ve varlığını, bakmak ve sürdürmek konusunda sorumluluk hissettiği bir kültürün parçası olarak başkalarına borçlu olduğunu bilen biridir.” (2024: 110). Yani kendi aklımızla düşünmek, o aklın koşullarını sağlayan bir toplumsallık olmadan, hatta bizzat o toplumsallıkla malul olduğunu/olacağını bilmeden mümkün olmuyor. Bu durumda eğer sadece koşullar mazeret olursa o halde eylemlerimizin sorumluluğunu kim üstlenecek? Arendt “Kötülüğün Sıradanlığı”nda (2009: 292-294) soykırım suçlusu Nazi subaylarının kendilerine verilen emri yerine getiren askerler, yani sistemin sadece bir çarkı olduklarına ilişkin beyanlarının, kendilerinin yerine bir başkası olsaydı da aynı şeyi yapacakları anlamına geldiğini, yani suçun genelleşmesinin ve sadece koşulların vurgulanmasının suçlu kişileri birer çark olarak normalleştirdiğini ve sıradanlaştırdığını söylüyor. Nazi subayları Arendt’e göre aptal değillerdi, sadece fikirsizlerdi. Başkalarına ne yaptıkları üzerine düşünemeyecek kadar fikirsizlerdi.
İnsanın kendi aklıyla düşünmesi, yavaş, derin ve eleştirel düşünmesi, anlam üretmek için düşünmesi, çözüm üretmek için düşünmesi, başkalarıyla sohbet ederek düşünmesi, yürürken düşünmesi, kitaplarla düşünmesi, doğayla düşünmesi, yalnızken düşünmesi, başkalarıyla dayanışarak düşünmesi…İllaki düşünmesi.
Kaynaklar:
Arendt, Hannah (2009). Kötülüğün Sıradanlığı, Çev. Özge Çelik, İstanbul, Metis Yay.
Bauman, Zygmunt (2012). Sosyoloji Ne İşe Yarar?, Çev. Akın Emre Pilgir, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Brinkman, Svend (2024) Düşün, Düşünceli Bir Hayatın Savunusu, Çev. Mercan Yurdakuler, İstanbul, İletişim Yay.
Kant, Immanuel (1984). “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt”, Seçilmiş Yazılar içinde, Çev. Nejat Bozkurt, İstanbul, Remzi Kitabevi.
Mills, C. Wright (2022). Sosyolojik Tahayyül, Çev. Ömer Küçük, İstanbul, Hil Yay.