Dindar Nesil Yetiştirme Projesi Başarılı Olur mu?

Kategori : Eğitim Dünyası

Genel eğitim düzeyindeki öğrenciler 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana Din Kültürü ve Ahlak Bilgisini Dersi’ni zorunlu olarak alıyorlar. 2012’den sonra Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dini Bilgiler dersleri seçmeli olarak kondu. Şimdi Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler ve Adab-ı Muaşeret1 gibi seçmeli dersler de var. Bu derslerin seçilmesi konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı da Cuma hutbelerinde velileri yönlendirmektedir. Okul müdürlerinin de doğal olarak velileri ve öğrencileri yönlendireceğini dikkate alırsak, birçok öğrenci için bu derslerin de zorunlu-seçmeli olacağını tahmin edebiliriz. Bu derslerin yanı sıra, Maarif Modeli’nde milli ve manevi değerler merkeze alındığından ve değerler pratikte İslami referanslarla temellendirildiğinden, söz diğer derslerde de bir biçimde ayetlere, hadislere ve Peygamber’e getirilecektir. Bunlara Türk Kültür ve Medeniyeti Tarihi, İslam Kültür ve Medeniyeti, İslam Bilim Tarihi gibi derslerde düşünür, yazar, filozof, mimar, ressam, edebiyatçı ve din bilginlerine yapılan atıfları, ÇEDES gibi projeleri, 4-5 yaş çocukları için açılan din derslerini de eklersek öğrenciler okulöncesinden genel eğitimin sonuna kadar yoğun bir biçimde dinsel mesaja maruz bırakılacaklarını, bütün derslerin bu mesajları vermek için bir araç haline geleceğini söyleyebiliriz.
Amacı dindar nesil yetiştirmek olan bu çabalar bana 12 Eylül darbesi sonrasında başlatılan Atatürkçülük kampanyasını hatırlattı. Darbeyi yapanlar, 1970’lerde gençler arasında sol, ülkücü ve İslamcı ideolojilerin yaygınlaşmasının önüne geçmek için 1980’lerin başlarından itibaren bütün yurtta topyekûn bir Atatürkçülük kampanyası başlatmıştı. Kenan Evren giyimiyle, bastonuyla Atatürk’ü taklit ederdi. Bakanlık’tan okullara derslerde ve ders dışı faaliyetlerde fırsat düştükçe Atatürk’ten bahsedilmesini isteyen yazılar gönderilirdi. Okutulan ders kitaplarının ilk sayfalarından birine Atatürk’ün o dersin içeriğiyle uzaktan veya yakından ilgili bir sözü konurdu. Her şey Atatürk’e bağlanır veya Atatürk’ün bir sözüne atıfla haklı çıkarılırdı.2 Fakat kampanyanın sonucu pek de amaçlandığı gibi olmadı. Gençler arasında İslamcılık daha çok yaygınlaştı.
Şimdiki kampanyanın sonucu farklı olur mu? Yapılan araştırmalar gençler arasında dindarlığın azaldığını, sekülerleşmenin arttığını, agnostisizmin, deizmin, ateizmin yaygınlaştığını gösteriyor. Benim de kanaatim dindar nesil kampanyasının da başarılı olmayacağı yönünde. Bu yazıda bu kanaatimin gerekçelerini anlatacağım.

1. Dini, siyasi ve ideolojik kimliklerin oluşmasında formal eğitim sanıldığı kadar etkili değildir, okul dışı faktörler daha etkilidir.

Biraz yukarıda Atatürkçülük kampanyasının pek başarılı olmadığını söyledik. Bir başka kanıt 1960’larda ve 1970’lerde okullarda sol ideoloji öğretilmediği, hatta anti-komünist telkinler yapıldığı halde, sosyalizmin gençler arasında yaygınlaşmasıdır. Aynı şekilde ülkücülük veya İslamcılık da öğretilmediği halde öğrencilerin bir kısmı ülkücü bir kısmı da İslamcı oldu. Son olarak, çok partili siyasal hayata geçtiğimiz 1950’den bugüne kadar genel eğitim düzeyindeki okulların programları birçok kez değişmesine rağmen Türkiye’de sağ ve sol oyların dağılım oranları hemen hemen aynı kalmıştır.
Kimlik oluşturmada okul dışı faktörlerin en etkilisi ailedir. Din söz konusu olduğunda, bu daha da belirleyicidir. Seküler veya farklı bir dinden veya mezhepten bir aile, çocuğunun zorunlu olmayan din derslerine katılmasını istemeyecektir. Katıldığı derslerde verilen “din eğitimi”nin onun üzerinde etkili olma olasılığı çok düşüktür. İkinci etkili faktör, okul dışı toplumda siyasal ve dinsel organizasyonlar (dernekler, vakıflar, partiler) ve yayınlardır. 1970’li yıllarda bu organizasyonların öğrencilerle kurdukları temasların etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu organizasyonların oluşmasında da soğuk savaş koşullarının, uluslararası sosyalist hareketin, ulusal kurtuluş hareketlerinin, Batı’daki öğrenci hareketlerinin, NATO kaynaklı anti-komünist örgütlenmelerin, İran devriminin vb.’nin etkili olduğunu söyleyebiliriz. (Ailedeki ilk sosyalleşmenin gençlerin bu organizasyonlardan hangisine yöneleceğini büyük ölçüde belirlediğini söyleyebiliriz.)

2. Çok tekrar ve zorlama tepki doğurur

On Emir’den biri, “Tanrı’n Rabb’in adını boş yere ağzına almayacaksın”dır. Belirli bir ciddiyet ve saygıyla ve özel bir biçimde anılması gereken kutsal isimlerin ve sözlerin yerli yersiz ve hafif bir biçimde tekrarlanması, onun sıradanlaşmasına, önemsizleşmesine ve gerekli saygı ve ciddiyetle anılmamasına yola açar. Adı farklı birçok derste aynı ayet ve hadislerin tekrarlanması öğrencilerde bıkkınlığa, duyarsızlığa ve ilgisizliğe yol açar. Sık tekrarlanan zamanla salt ses haline gelir. Türkiye’de Cumhuriyet ve İslamiyet, Atatürk ve Peygamber saygın değerlerdir, ancak aşırı vurgulanmaları halinde onlar bile bıkkınlığa yol açar ve sıradanlaşır.
“İnancı zorlama girişiminin ilk sonucu gerçek inançsızlıktır” diyen Schopenhauer haklı görünüyor. Öğrencilerin düz liselerin kapatılarak imam-hatiplere, veliler ve okul yöneticileri tarafından din derslerini seçmeye yönlendirilmesi, seçmeli din derslerinden birini seçme zorunluluğunun getirilmesi öğrenciler açısından bakıldığında bir tür zorlamadır. Zorlama tepkiye yol açar.

3. İslam’dan veya Müslümanlardan kaynaklanan zorluklar

Birincisi, İslam inananlardan çok fazla şey talep eder. Sünni İslam’da emirler ve yasaklar çoktur. Emirler bireyin üzerindeki yükü artırırken yasaklar seçenekleri ve hareket alanını daraltır. Kişinin kendi istek, arzu ve kararına bırakılan nötr alan oldukça küçülür. Bu yüzden genellikle emirlerin birçoğuna uyulmaz, yasaklar da çiğnenir. Ve bu alışkanlık haline gelir. İkincisi, Sünni İslam ya da Müslümanlar müzik, konser, tiyatro, resim, heykel, döğme, oyun, dans, eğlence, kadınlarla erkeklerin arkadaşlığı gibi etkinliklere ve sosyal ilişkilere hiç iyi gözle bakmazlar. Bu da gençler için sıkıcı bir dünyadır. Üçüncüsü, İslam’ın kadını boşanmada, mirasta, sosyal hayatta erkeklerden daha az hakka sahip kılan hükümleri, onu kız öğrenciler için daha az çekici kılar. Son olarak, İslami esaslara göre yönetildiği iddia edilen ülkelerin ekonomi, teknoloji, bilim, eğitim, insan hakları, kadın hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü, sağlık, gelir düzeyi ve çevre koruma gibi alanlardaki gelişmişlik durumu, öğrencileri İslami hükümlerin tam olarak uygulandığı bir düzene özendirecek gibi değildir. Bütün bunlar, din eğitiminin öğrenciler üzerindeki etkisini azaltır.

4. Resmi İslam, gerçek İslam’a merak uyandırır

Genel eğitim düzeyinde amaç hem bilgilendirmek hem de duyuşsal bakımdan eğitmektir. Bu eğitim düzeyinde öğrencilere mensup oldukları milletin tarihi, dini, kültürü, kahramanları öğretilirken, onlarla özdeşleşmeleri ve gurur duymaları da istenir. Bu nedenle ders kitaplarında milletin tarihi, dini, kültürü günün değerlerine göre idealize edilerek sunulur. İdealizasyonu bozan gerçek olgular sansürlenir, görmezden gelinir, sessizlikle geçiştirilir veya küçük oynamalarla zararsız hale getirilir. İslam söz konusu olduğunda, gerek İslam içinden gerekse İslam dışından resmi sunuma eleştirel bakan kişi ve gruplar, okullarda öğretilen resmi İslam’ın sansürlediği, görmezden geldiği fakat tarihsel dokümanlarda ve otoriter kaynaklarda anlatılan kadın-erkek eşitsizliği, kölelik ve cariyelik, evlilik yaşı ve eş sayısı gibi çağdaş değerlerle uyuşmayan hüküm ve uygulamaları öne çıkarır. Ayrıca, her din gibi İslam’da da kötülük sorunu, kader, irade özgürlüğü ve sorumluluk sorunu, olağan gözlem ve deneylerle uyuşmayan mucizeler gibi dinsel ve metafizik sorunlar, birbiriyle çelişik ayet ve hadisler vardır. Maruz kaldıkları yoğun dinsel mesaj öğrencilerde bıkkınlık yaratsa da bu sorunlarla ilgili farklı mesajlara ilgi uyandırır. 3 Her tür kaynağa dijital ortamda kolayca erişilebildiği, hatta çeviri programlarına başka dillerden çevirinin de yaptırılabildiği günümüzde, öğrenci idealizasyonu bozan birçok mesajla karşılaşır. İslamiyet’in şu ya da bu yönüyle ilgili kuşkular duymaya başlar. Kuşkunun ardından birçoğu agnostisizme, deizme veya ateizme doğru yol alır.

5. İslam adına konuşanların durumu

Yukarıda emirler ve yasakların çok fazla olduğunu, emirlere genellikle yerine getirilmediğini, yasakların da çiğnendiğini belirtmiştik. Din adına konuşan hocaların da benzer bir tutum sergiledikleri, başkalarına verdikleri öğütlere kendilerinin bile uymadıklarını gören atalarımız “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” demişler. “Başkasına verir talkını (telkini), kendi yutar salkımı” atasözü de din adına konuşanların baskın güdüsünün salkım, bu dünyanın maddi nimetleri, olduğunu gösterir. Öğrenciler de bu durumun farkına varır ve hocaların söylediklerine kuşkuyla yaklaşırlar.

6. Dinsel önermeler yanlışlanmaya açıktır

Yukarıda İslam’ın temel metinlerinde birbiriyle çelişik ifadeler olduğunu söylemiştik. Sadece mantıksal yollarla iki çelişik ifadelerden birinin yanlış olduğu gösterilebilir. Bazı dinsel inançlar da, açık bir biçimde ifade edilmediği için, ampirik kanıt ve tecrübelerle yanlışlanamasa bile sarsılabilir. Örneğin, Allah’ın zor durumda olan insanlara yardım edeceğine inanan ve usulüne uygun olarak bir çok kez dua eden bir mümin, duasına karşılık alamayınca Tanrı’nın rahman ve rahim olduğundan, hatta varlığından şüpheye düşebilir. Allah’ın Müslümanları koruyacağına inanan ve Müslümanların başına gelen feci felaketleri gören bir mümin inancından şüpheye düşebilir. Örneğin, Balkan Savaşı’nda Türklerin başına gelen felaket karşısında “Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî!” demekten kendini alamamıştır. Son günlerde yaşadığımız Gazze’deki felaket de birçok insanın Akif gibi düşünmesine yol açmış olmalıdır. Bu şüphe semavi dinler için çok yıkıcıdır. Çünkü bu dinlerin kutsal kitaplarındaki önermelerin herbiri inananlar tarafından alim-i mutlak olan Tanrı’nın sözleri ve kesin doğrular olarak kabul edilir. Birinin yanlışlanması veya şüpheli hale gelmesi hepsinin yanlış veya şüpheli hale gelmesine yol açar.

7. Aşılama: En ciddi sorun

4.-8. ve 9.-12. sınıfların Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nin öğretim programlarında, bu dersin öğretiminde “din hakkında öğrenme” ve “dinden öğrenme” yaklaşımlarının benimsendiği ifade edilmektedir. Birinci yaklaşımda öğretimin amacı, öğrencinin İslamiyet, diğer dinler ve kültürler hakkında nesnel ve diğer dinlerle karşılaştırmalı bilgileri öğrenmesini ve anlamasını sağlamaktır. İkincisinde ise, öğrencilerin kendi varoluşsal sorunları konusunda düşünürlerken, ahlaki ve manevi kimliklerini oluştururlarken dinsel gelenekleri felsefi, ahlaksal ve dini kaynaklar olarak kullanmalarına katkıda bulunmak amaçlanır. Dinden öğrenme yaklaşımı dinsel bakış açılarını çocuğun ufku içine koyma kastını içerse de her iki yaklaşımda da öğrenciye belirli bir inancı doğrudan empoze etmek, onu bir dinin bir mümini yapmak amaçlanmaz. Öğrencilerin ufku kapatılmaz. Her iki yaklaşım da laiklikle ve öğrencinin otonomisine saygı ile bağdaşır. Bu iki yaklaşımın dışında bir de belirli bir dinin inançlarını, ibadetlerini, yaşam tarzını sevdirmeyi, benimsetmeyi, içselleştirmeyi, o dinin inananı yapmayı amaçlayan “dinde öğrenme” ya da “dini öğrenme” diye adlandırılan yaklaşım vardır.4
“Dinde öğrenme” yaklaşımı aşılamaya oldukça yakındır. Aşılamada (indoctrination) amaç, çocukta dinsel veya ideolojik dünya görüşünün dogmalarının ya da doktrinlerinin doğruluğuna –çocuk ileride bu dogmaların aleyhine rasyonel kanıtlarla karşılaşsa bile− sarsılmayacak bir inanç ve o doktrinler doğrultusunda düşünme ve davranma yatkınlığı oluşturmaktır. Başka bir ifadeyle, aşılamada amaç öğrenciyi belirli doktrinlere inandırmak ve rasyonel kanıtlara ve diğer din veya ideolojilere karşı ömür boyu sürecek bağışıklık kazandırmaktır. Aşılamanın tipik örnekleri olarak dini okullarda ve bir ideolojinin hâkim olduğu devletlerdeki eğitim verilir. Kullanılan yöntemlere gelince, öğretilen din en doğru din olarak öğretilir; temel inançlara karşı eleştirel ve sorgulayıcı olma teşvik edilmez (aleyhteki görüşler söz konusu olduğunda onlara karşı eleştirel olmak elbette sonuna kadar teşvik edilir. Karşı eleştiriler güçlü ise genellikle sansür edilir, karşı argümanlar kolayca çürütülebilecek şekilde karikatürize edilir, görüşün kendisi yerine onu ortaya atan kişinin dinsel, etnik, ahlaki özelliklerine saldırılır; lehte görüşlerin savunucuları ise yüceltilir. Aykırı mesajlarla karşılaşamaması için öğrenci tecrit edilir. Öğrencinin psikolojik ve sosyal motiflerine hitap eden ödüllendirme, grup içinde terfi ettirme, çocuğu aynı görüşü paylaşanların bir üyesi yapma yollarına başvurulabilir, ebedi cehennem ateşiyle veya başka korkutucu şeylerle korkutma yöntemleri de kullanılır.
Dini ve Allah korkusunu ahlaklı ve iyi insan olmanın, ebedi saadetin gerekli koşulu olarak görenler veya dinsel inançlar üzerinden insanları maniple edenler, insanların dinsel inançlarının sıkı ve sağlam olmasını isterler. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin kitaplarında diğer dinler ve dinsel kavramlar hakkında nesnel bilgiler verilmekle birlikte, İslam söz konusu olduğunda dinle ilgili bütün derslerde pratikte “dinde öğrenme” yaklaşımının esas yaklaşım olduğu konusunda kuşku yoktur. Dindar nesil yetiştirme de zaten bunu gerektirir.
Yukarıda öğrencinin normal koşullarda farklı kaynaklara erişebileceğini, farklı ve karşıt argümanlar ışığında kendi görüşlerini gözden geçirebileceğini ve sonunda kendi görüşlerini oluşturabileceğini söylemiştik. Fakat semavi dinlerin elinde hiçbir seküler idelojide olmayan bir güç vardır: Bu dünyada amel defterini tutan gözetleyici melekler; öbür dünyada hesap günü, emir ve yasaklara uymayanlar için cehennem ve uyanlar için bütün hoş şeyleri içeren cennet. Korkutucu cehennemle ilgili ayet, hadis ve dualar Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında 6. Sınıftan itibaren yer alır. Çocukların görmediği ve göremeyeceği cinler, Şeytan, Azrail, İsrafil, zebaniler çocuk için dünyayı tekin olmayan bir yer haline getirir. (Bir okulda 4-6 yaş grubundan bir çocuk ses duyunca herkesin öleceğinin işareti olan Sur sesi sanarak korkmuş. Bazı öğreticilerin daha dramatik dramatik işkence sahneleri tasvir ettiklerini duyuyoruz.)
Yukarıda çocukların din eğitiminin olumsuz etkilerinden kurtulabileceği konusunda iyimser şeyler söyledim. Fakat korku unsuru bazı çocuklarda kalıcı olarak içselleşebilir ve ileride çocuğun eleştirel güçlerini kullanmasını baskılayabilir, okulda öğretilenlerin doğruluğunu rasyonel bir perspektiften değerlendirme yolunu kapatabilir. Hep o dünyada kalabilirler.
Buraya kadar devlet okullarını göz önünde bulundurarak konuştuk. Fakat dini cemaatlerin kurup yönettiği okullarda ve/ya yurtlarda dersi daha adanmış öğretmenlerin vereceğini, aşılamanın daha yoğun olacağını ve özellikle bu okullar öğrencilerin bütün yaşamının kontrol altında tutulduğu yatılı okullarsa etkinin daha büyük olacağını bekleyebiliriz.
Fakat devlet okullarında dini eğitimi seçen veya dini cemaatlerin okullarına ve yurtlarına giden öğrencilerin zaten ekonomik bakımdan dezavantajlı muhafazakar ailelerden geldiğini tahmin edebiliriz. Dindar nesil yetiştirme politikası olmasaydı da onların dindar nesil içinde yer alacaklarını varsayabiliriz.
Sonuç olarak dindar nesil yetiştirme projesinin etkisi, böyle bir proje olmaması halinde olacak olandan çok daha geniş bir dindar nesil kitlesi yaratmayacaktır.

***
Notlar
1. Bu ders din dersi gibi görünmese de Batılılaşma sürecinde standart hale gelen adab-ı muşaret kurallarına karşı İslami sayılan adabımuaşeret kurallarını standart hale getirmek amacıyla konduğu açıktır. Ahsen Zehra Bala vd. tarafından Adabımuaşeret Ders Kitabı’nda (MEB Yayınları, 2024) “Ayet ve hadisler, İslam toplumlarında adabımuaşeret konusunda kılavuz niteliğindedir” (s. 18) denmektedir ve kitapta ayetlere 50, hadislere 23 kadar atıf vardır.
2. 28 Şubat 2006’da Abbas Güçlü’nün Genç Bakış programının Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde konuğu olan Kenan Evren, bir soru üzerine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nin 1982 Anayasası ile zorunlu hale getirilme sürecini anlatmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla Evren’e bu konuda öneriler gelmiş. O da “Atatürk’ün bu konuda ne diyor, araştırın” demiş. Atatürk’ün “Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir” sözlerini getirmişler. (Bu sözler Atatürk’ün 31 Ocak 1923’te İzmir’de yaptığı konuşmada geçiyor.) O da “Tamam koyun” demiş. (Tabi Atatürk’ün aynı konuda daha sonraki yıllarda söyledikleri görmezden gelinmiş.)
3. Fatma Günaydın’ın İmam-Hatip Lisesi öğrencilerine uyguladığı ankette öğrencilerin kafasına takılan ilginç soruların bir listesi vardır. Fatma Günaydın’ın “İmam Hatip Liselerinde inanç Soru(n)ları” başlıklı bildirisinde (Vecihi Sönmez vd. (editörler), Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm Sempozyumu Bildirileri (Türkiye-Van, 12-14 Mayıs 2017) içinde –internetten erişilebilir) İmam-Hatip Lisesi öğrencilerin kafasına takılan ilginç soruların bir listesi vardır. İslamcıları agnostisizme, deizme veya ateizme götüren sorular ve sorunlar için de Hamdi Tayfur’un Bilim ve Gelecek dergisindeki (sayı 215, Mart 2022) “ Eski İslamcılar yeni dinsizler anketi” başlıklı yazısına bakılabilir.
4. Üç kavram hakkında Yıldız Kızılabdullah Tuğrul Yürük’ün Din Eğitimi Modelleri Çerçevesinde Türkiye’deki Din Eğitimi Üzerine Genel Bir Değerlendirme, 2009’a bakılabilir −internetten erişilebilir.)

Paylaş:

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Moe Yonamine: Öğrencilerim Nasıl Birer Çevresel Adalet Aktivistine Dönüştü?
Jan Blommaert: Akademik Yaşamıma Geri Dönüp Baktığımda Önemli Olan Neydi?