“Çocuklarımızın yaşamları ve gelecekleri tehlikededir. Gelin, harekete geçmek için başkalarını beklemeyelim.” (259).
Fevziye Sayılan
Michael W. Apple- James A. Beane’in ABD’deki demokratik okul deneyimleri ile ilgili kitabı Demokratik Okullar: Güçlü Eğitimden Notlar, tüm dünyada eğitim alanında en çok satan kitaplardan biri. Bu ilgi dünyanın her tarafından insanların çocukların ve gençlerin nasıl bir eğitim almasına yönelik arayışlarının yanında, son dönemde giderek artan devlet okullarının akıbeti ile ilgili kaygıları da yansıtıyor. Demokratik okullar, bir yüzyıldan daha uzun bir geçmişe sahip ve John Dewey, George S. Counts, Harold O’Rugg gibi eğitimcilerin fikirleriyle şekillenen Amerikan ilerlemeci eğitim geleneğinden beslenen, ancak son dönemde neoliberal dönüşüm karşısında ayakta kalmak da zorlanan beş okul etrafında gelişen demokrasi ve alternatif eğitim arayışlarını sunuyor. Bu deneyimler bir yandan köklü Amerikan ilerlemeci eğitim geleneğinden besleniyor, diğer yandan dünyanın dört bir yanında olduğu gibi neoliberalizmin eğitimsel ve toplumsal yıkımına karşı yerel direnişten güç alıyor.
Apple ve Beane bu okulların, okul iklimini iyileştirmek ve çocukların özgüvenini yükseltmeye odaklanan hümanist ve çocuk merkezli ilerlemeci okul türlerinden farkını şöyle vurguluyorlar:
Demokratik eğitimciler, sadece okuldaki sosyal eşitsizliklerin şiddetini azaltmanın değil, aynı zamanda bunları yaratan koşulları değiştirmenin arayışındadırlar. Dolayısıyla okuldaki antidemokratik gulamalara, ırkçılığa, adaletsizliğe, yoksulluğa, eşitsizliğe karşı sağlam durmaları gerekir.”
Demokratik bir eğitim programının adalet, eşitlik, insan onuru, iktidar konularında örtük bir programa sahip olması ve egemen kültürün dışında kalanların bilgisinin içerilmesi hedefinin altını çiziyorlar. Okullarda demokrasinin yaratılmasının genel ve özel koşullarından kaynaklanan engellerin daha tutkulu çalışmalarla aşılabileceğine ilişkin belirgin bir iyimserlik de göze çarpıyor. Engeller ne olursa olsun, okulda ve sınıfta demokrasinin temelinin atılabileceğine inanıyorlar. Amerikan sistemi içinde ilhamını Amerikan ilerici eğitim geleneğinden alan öğretmenlerin, yöneticilerin, velilerin, ilerici gruplardan aktivistlerin ve öğrencilerin demokrasiyi yaşama geçirmek için gösterdiği yoğun çabanın başarıya ulaştığı devlet okullarının varlığından beslenen bir iyimserlik bu. Ancak günümüzde geniş çaplı demokratik okullar düşüncesi kuşatma altında. Sermayenin ve piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda, insani kapasiteyi standardize etmeyi hedefleyen ve bunun için okulları ve programları tek tipleştirme baskısına karşı koymada zorlanıyorlar.
Kitap yedi bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Apple ve Beane “Demokratik Okullar Davası” başlığı altında demokrasinin anlamı, demokratik okul, öğretmenler ve demokrasi konusunda farklı deneyimleri birbirine bağlayan kavramsal bir çerçeve sunuyorlar. Demokratik okul hedefi, eleştirel eğitim mücadelesinin ve ilgili literatürün önemli konularından biri. Bir yandan sınıflı ve eşitsizlik üreten bir sistemin kara kutusu olarak görülen okulların demokratikleşmesinin olanaksızlığına yapılan vurgular, diğer yanda eğitimin göreli özerkliği ve kültürel alan olarak özgün karakteri nedeniyle dönüştürücü potansiyelinin önemine dikkat çekenler. Her ne kadar yazarlar, bu konudaki arkapalan tartışmaya doğrudan girmeseler de, ‘demokrasinin içi boş bir kabuk’ haline gelmesine özellikle Amerikan demokrasinin yaptığı katkının ve ‘demokrasinin’ sermayenin egemenliğini sürdürmesinin nasıl dayanağı haline geldiğinin farkındalar. Bu nedenle Apple ve Beane’in siyasi demokrasiden çok, “demokratik yaşam biçiminin” temelini oluşturan fikir ve değerlerin eğitim yoluyla yaratılmasına odaklanarak, demokrasinin içeriğinin bu yolla genişletilmesi düşüncesine bağlı olduklarını görüyoruz. Apple ve Beane için demokrasi bir süreç ve bu süreçte okulun rolü kritik ve okullarda demokrasi mümkün. Aynı zamanda devlet okullarının demokrasi için vazgeçilmez olduğuna ilişkin güçlü bir vurgu var. Bu süreçte öğretmenlerin okul kültürüne ve gençlere demokratik yaşam biçimiyle ilgili değerleri kazandırmasının ahlaki sorumluluğu olduğunu, “kendilerini demokratik okullar yaratılmasına adamış öğretmenlerin bunun sadece gençlerin eğitilmesinden daha fazla şey içerdiğinin farkında olduklarını,” demokrasiyi yaşatan pratiklerin okullarda hayata geçirilmesinin, öğrencilerin kararlara katılma, kendi öğrenmeleri üzerinde denetim ve kontrol sağlama, müfredatı kendi öğrenme ihtiyaçlarına uyarlama becerileri kazanma gibi yönlerinin olması gerektiğine dikkat çekiyorlar. Demokratik okul mücadelesinin iki yönü var: Okuldaki hayatın demokratikleşmesi ile çocuklara ve gençlere demokratik deneyimler kazandıracak bir müfredat oluşturmak. Koşullar ne olursa olsun, elimizdeki kitapta kendilerini okulların içindeki öğrenmenin yönünü eleştirel mecraya çekmeye adayan öğretmenler var. Sonraki beş bölüm beş farklı okul deneyimiyle ilgili ve bu okullarda öğretmenlik yapan yazarlar tarafından bir anlatı biçiminde sunulmuş. Devlet okullarında demokrasiyi hayata geçirmenin ve daha demokratik okullar inşa etmenin mümkün olduğuna inanan bu öğretmenlerin, ister klasik isterse meslek lisesinde olsun, okul bilgisinin dünyayı dönüştürmek için nasıl kullanılacağı sorusu ile samimi biçimde ilgili olduklarını görüyoruz.
Bob Peterson tarafından sunulan ilk anlatı Wisconsin’den Fratney Okuluyla ilgili. Peterson, doksan yıllık eski bir okulun yıkım ve taşınma kararına karşı öğrenciler, öğretmenler, yöre halkı ve yerel eğitim yöneticilerinin elbirliği ile yeni bir okul yaratma sürecinde şekillenen yeni programı anlatıyor. Okul elde etme mücadelesi, yeni bir okul binasıyla birlikte, yeni bir yaklaşım ve program yaratma mücadelesine dönüşüyor. İki dilli (ingilizce-ispanyolca), çok kültürlü, ırkçılık karşıtı ve katılımcı bir okul kültürü ve program yaratmak için yola çıkıyorlar. Fratney tipik bir işçi sınıfı okulu ve aynı zamanda öğrencilerin çoğunluğunu İspanyol ve Afrika kökenli öğrenciler oluşturuyor, yani Amerikan sistemi içinde çifte kavrulmuş baskı ve ezilme deneyimine sahip toplumsal gruplarla birlikte yola çıkıyor eğitimciler. 1988’den bu yana sürdürülen ırkçılık karşıtı ve sosyal adaletçi eğitim programı göçmenlere ve İngilizce konuşmayanlara yönelik tepkilerin arttığı ve neoliberal mali kesinti programlarının yürürlükte olduğu bir dönemde okulun sosyal çevresinden destek almakla birlikte, asıl olarak toplumsal dönüşüme gönülden bağlı öğretmenler tarafından sürdürüldüğünü anlıyoruz.
Brian Schultz’un üçüncü bölümde “Onların Hissettiğini Hissetmek” Cabrini Green’de Demokrasi ve Eğitim Programı” başlıklı anlatısı ise, Chicago Illinois’den bir okulla ilgili. Cabrini Green Chicago’nun en yoksullarının yaşadığı, yoğun çeteleşme ve suç odağı haline gelmiş bir toplu konut bölgesindeki bir okul. Aynı zamanda yaşadıkları yerler giderek orada yaşayan yoksullardan daha değerli hale geldiği için orta sınıfa verilmek üzere kentsel dönüşüme açılan toplu konut alanındaki kendi haline terk edilmiş bir devlet okulu. Kentsel dönüşümün ortasında yıkılmayı yüz tutmuş Cabrini Green okul binasının yerine yeni bir bina almaya yönelik yerel topluluk mücadelesi ile demokratik eğitim için bir çerçeve geliştirmeyi hedefleyen eğitimcilerin girişimleri birleşiyor. Sosyal sınıf, bilgi ve öğrenme arasındaki ilişkinin ve gizli müfredatın farkında bir avuç öğretmen tarafından geliştirilen demokratik eğitim programı, yoksul siyah Amerikalı öğrencilerin kendi yaşam dünyalarını tanıma ve kendi potansiyellerini açığa çıkarma hedefiyle sürdürülüyor. Yetersiz toplumsal çevre desteği ve kıt mali koşullar altında bunu yapmaya çalışıyorlar.
Dördüncü bölümde Barbara L.Brodhagen’in sunduğu “Durum Bizi Özel Kıldı” başlıklı deneyim, Madison –Wiskonsin’den. Bu okulda yapılanmış müfredat ve programlara karşı öğretmenler ile öğrencilerin işbirliği temelinde şekillenen bir öğrenme topluluğu yaratma ve alternatif bilgiyi arama sürecinin nasıl örgütlendiğini görüyoruz. Amerikan eğitim geleneğinde önemli bir yeri olan işbirliğine dayalı öğrenme modelinin etrafında örülen öğrenme topluluğu inşa etme süreci, aynı zamanda okulda demokrasiyi inşa süreci olarak da biçimleniyor. Anlamlı öğrenmeyi sağlamak için öğretme ve öğrenme yaşantılarının düzenlenmesine öğrencileri dahil eden birlikte planlama mekanizması, aynı zamanda tüm okul hayatı için demokratik katılım mekanizması olarak işliyor. Bu yolla öğrencilerin hem öz farkındalığını, hem de toplumsal ve doğal çevre konusundaki ilgilerini yükseltici eğitsel ve toplumsal etkinlikleri planlamak ve yürütmek olanaklı hale geliyor.
Beşinci Bölümdeki “Atölyenin Ötesinde: Mesleki Eğitimi Yeniden Kurmak” başlıklı anlatı, akademik ve mesleki öğretim ikiliğini sorun eden bir örnekle ilgili. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en eski iki devlet lisesinden biri olan (1888) Cambridge-Massachusetts’deki Rindge Teknik Sanatlar Okulu’nda mesleki eğitimi yeniden inşa etmeye yönelik alternatif bir program etrafında gelişen mücadele, emekçi çocuklarına mesleki eğitim, orta sınıfa akademik eğitim yarılmasına karşı bir duruşu temsil ediyor. İşçi ve emekçi sınıfların yeniden üretimini sağlayan mesleki teknik liseler dünyanın her yerinde olduğu gibi ABD’de de üniversiteye gitmesi gerekmeyen, düşük akademik beklenti temelinde şekillenmiş programları ve insani kapasiteyi el becerilerine indirgeyen yaklaşımları nedeniyle eleştirel eğitimcilerin hep hedefi olmuştur. Dolayısıyla Rindge’deki alternatif program, kafa-kol /zihin-el ayrımını ortadan kaldırmak için öğrencilerin eleştirel düşünme gibi entelektüel beceriler yanında toplumsal farkındalığı yükseltmeye yönelik yol ve yöntemleri/bilgileri edinmesini de hedefliyor. Aynı zamanda bu program okulda katılımcı demokrasiyi geliştirmeyi hedefleyen girişimlerle bir okul reformu içeriği de kazanıyor. Rindge benzer durumdaki mesleki liseler arasında bir ağ yaratarak, alternatif mesleki eğitimini yaymayı hedefliyor. Ancak böylesi okulları kuşatan sosyal sınıf gerçeği de ne yazık ki Rindge’nin da yakasını bırakmıyor. Kimler hangi işe yerleşecek, kimler yükselecek sorularının yanıtları kapitalizmin sınıf gerçeği içinde belirlendiği için, Rindge’nin “tesisatçılar değil, Rönesans bireyleri” yetiştirme hedefi de kapitalizmin sınıf gerçeğinden beslenen önyargılarla çatışmaya girmekten kaçınamıyor.
Altıncı bölümdeki son anlatı ise, ABD’de en çok tanınan alternatif okul olan New York’taki Doğu Central Park Lisesi ile ilgili. Bu lisede sürdürülen alternatif programın amacı, öğrencilere zihinlerini nasıl kullanmaları konusunda beceri kazandırmak; akademik program, öğrencileri üretken, toplumsal açıdan yararlı ve bireysel açıdan tatminkâr bir yaşama hazırlamayı amaçlıyor ve nasıl öğrenileceğini, nasıl akıl yürütüleceğini, işbirliği ve bireysel sorumluluk gerektiren karmaşık konuların nasıl inceleneceğini öğrenmeyi vurgulayan bir yaklaşımla uygulanıyor. Tipik biçimde akademik başarıya odaklanmış bu lisede, öğrenmeye yaklaşım öğrenci merkezli ve bireyselleştirilmiş öğrenme hedefleriyle sürdürülüyor. Ancak bu yoğun akademik program, sembolik standartlara ulaşmaktan çok, “dünyayı nasıl anlayabiliriz ve nasıl etkili biçimde hareket edebiliriz”in bilgisinin üretimi ve bu yolla bir fark yaratmayı hedefliyor. Lise, aynı zamanda ulusal ölçekte ilerlemeci okullar birliğinin ilkeleri doğrultusunda programını sürdürüyor. Ancak on yıllık bu parlak deneyim sonrası düzenleyici ve tektipleştirici neoliberal müdahalelerle birlikte, lisenin programını sürdürmekte nasıl zorlandığını, hatta bu deneyimin sonunun da geldiğini anlıyoruz. Bu bölümün yazarları olan ve söz konusu lisede uzun yıllar öğretmenlik yapan Deborah Meier ve Paul Swartz anlatıyı bitirerken “yeniden ve yeniden” demekten kendilerini alamıyorlar.
Başta Rindge olmak üzere diğer demokratik okul örnekleriyle ilgili deneyimler, kapitalizm altında okullardaki demokratik dönüşümün olanaklılığı kadar sınırlılıklarını da gösteriyor. İlerlemeci okul reformları hareketinin gündeminde sistemle ilgili radikal sorgulamalar elbette yok. Kendi rollerini akıntıya karşı durmaktan çok, “… eğitimciler olarak bizim görevlerimiz, ırmağın rotasında akmasını sürdürmek ve bu ülkenin bütün çocuklarına bu sürece katılma fırsat ve olanakları sağlamak” olarak sınırlamış olsalar da, sermayenin eğitim alanına yönelik istilası altında ırmağın rotasında akmasını sağlamakta zorlanıyorlar. Bu da bizi kapitalizm altında okullarda demokratik dönüşümün sınırlarını gösteriyor. Ancak öğretmenlerin bu sınırlara teslim olmayan tutumlarına hayran olmamak da elde değil. Naif romantikler olmaktan çok, mali kesintiler, güçlü çıkar gruplarının ve bürokrasinin baskısı ve yeni sağın müfredat üzerindeki siyasi saldırısı gibi pek çok zorluklarla mücadele ediyorlar. Ayrıca devlet okullarında iyi bir eğitimin mümkün olmadığına inandırılmış bir toplumda işlerini yapmaya çalışıyorlar. Bu zorlu iş, yoğun ve yürekten bağlanmayı, inanmayı, ümit etmeyi gerektiriyor. Bu öğretmenler başka bir eğitimin mümkün olduğuna inanan, bunun için enerjisini ve emeğini harcamaktan geri durmayan, bu nedenle kitapta sıklıkla vurgulandığı üzere “adanmış” öğretmenler. Bu uygulamaların başlatıcı, öncüsü öğretmenler. Onlar olmadan herhangi bir alternatifi düşünmek olası değil. Neoliberalizm dünyanın her yerinde, öğrencilerine ve topluma sorumluluk duyan öğretmeni öldürme konusunda epey bir yol aldı. Ancak hâlâ bir yerlerde öğrencilerde öğrenme sevgisi, derinlemesine düşünme, eleştirel bir tavır ve miras olarak devralacakları bu zor dünyada vatandaşlık cesareti gösterebilmeleri için gerekli bilgi ve becerileri kazanmalarına yardımcı olmaya gönülden bağlanmış öğretmenlerin olduğunu bilmek insanı umutlandırıyor yeniden. Böyle bir umut yanında, mesleğine yabancılaşmış öğretmenlerin elinde uzun zamandır “öğrenme”den nefret eden nesiller yetiştiren okul sistemimizin içinde ‘neden böyle bir gündem oluşturamıyoruz?’ diye sormadan edemiyor insan. Dönemin öğretmenleri vasıfsızlaştıran ve pasifleştiren süreçlerine karşın, hafızalardan öğretmenlerin eğitim sürecinin baş aktörü olduğuna ilişkin anlamlar da silinmemiş hâlâ orada. Öğretmenler, yerel topluluklar, veliler, öğrencilerle birlikte bu alternatifleri örüyorlar. Öğretmenlerin enerjisini yerel direnişten ve öğretmene inanan toplumdan aldığını görüyoruz. Aynı zamanda ABD’de, yeni sağın tüm dayatmalara karşın hâlâ öğretmenin özerkliğine izin veren de bir sistem işliyor. Amerikan eğitim sisteminde öğretmenlere ve okul yöneticilerine kendi programlarını yaratma konusunda inisiyatif ve serbestlik tanıma temelinde şekillenmiş yerleşik bir okul ve öğretmen kültürü var. Yeni Sağ bunu ortadan kaldırmayı hedefliyor, onlar da direniyorlar.
Kitap, küresel ölçekte giderek daha çok insan sermayesi yaklaşımının tahakkümü altına giren eğitim ve okul sistemleri ile öğretmenleri teknisyene indirgeyen uygulamaların yol açtığı eğitimsel ve toplumsal sorunlar karşısında dünyanın başka yerlerinde neler yapılabildiğini bilme ve öğrenme ihtiyacını karşılıyor. Daha özelde ise, demokratik değerlerle okullarla uygulamaların arasındaki uçurumun giderek büyüdüğü ve demokratik eğitim mücadelesinin gündeminin daha kalabalıklaştığı ve ağırlaştığı bir ülkede okullarda ve dersliklerde öğretmenlerin yapabileceklerinin olduğuna inanarak başlamayı hatırlatıyor ve tüm eğitimcilerin ve öğrencilerin okullara ve dersliklere taşıyabilecekleri ipuçları barındırıyor.
Michael W. Apple- James A. Beane. Demokratik Okullar: Güçlü Eğitimden Dersler. Dipnot Yay. Ankara. 2011